Kelile ve Dimne ya da daha sonraki adıyla Pança Tatra masalının başkahramanları iki çakaldır. Evet, yanlış okumadınız: İki çakal. Fakat bunlardan biri doğruluk ve dürüstlük timsalidir, diğeri yanlış ve yalan olan her şeyin. Bostan ve Gülistan'da, Bin Bir Gece Masalları'nda ya da Mesnevi'de geçen farklı türlere mensup canlıların hepsi insanın içinde ve evrende mevcut bulunan karakteristik özelliklerden ilhamla hayat bulurlar.
Bir kıssanın sevilmesi için iki türlü derinliğe sahip olması elzemdir: Zahir ve batın. Hiçbir gönderme ya da atıf kaygısı olmadan okuduğumuzda da o hikaye ilgi çekici, merak uyandırıcı olmalıdır. Karakterler ve tipler en mümeyyiz vasıflarına istinaden teşekkül ettirilmelidir. Bu iki yeterliliğe de sahip olduktan sonra mesele kıssadan hissenin nasıl çıkarılacağına gelip düğümlenir.
Bizim geleneğimizde hissenin de anlatıcı tarafından okura ya da dinleyiciye aktarılması genel kabul görmüştür. Önce hikaye anlatılır, sonra da bu hikayeden nasıl bir ders ya da fikir çıkarılması gerektiği ayrıca özetlenir. Kimileri bunu bir nakısa olarak görür. Çünkü onlara göre ana fikir hikayenin kendisidir. Birinin ayrıca çıkıp bize bu hikayeyi nasıl anlamamız gerektiğini söylemesi esere saygısızlıktır. Ayrıca böyle yaparak farklı hayat tecrübesine sahip insanların farklı hisseler çıkarmasına mani olunur diye düşünürler.
İkinci olarak şu hususa da değinmekte yarar var: Bir eseri vücuda getiren şartlar elbette önemlidir fakat bu özel sebepler iyi yazılmış bir eserin ayağına pranga olmaz. Meşhur hikayedir: Meçhul bir elçi Tebriz Emiri Hüseyni'nin huzuruna çıkar. Getirdiği mektupta Tebriz alimlerine sorulmak üzere hazırlanmış bazı sualler bulunmaktadır. Rivayet odur ki Mahmut Şebüsteri Gülşen-i Râz adlı eserini bu suallere cevap olarak kaleme almıştır. Sene 1317... Elçinin adını, hatta emirin adını belki kimse hatırlamıyor bugün ama eser yaşamaya devam ediyor.
Bahusus, edebi bir eserin ele aldığı bir tarihi karakteri dönüştürme gücünü hafife almamak gerekir. İskendernameler bunun en güzel örneğidir. Bu coğrafyada ya da kültür havzasında yazılan İskendernamelerin, Makedonyalı İskender ile alakası kahramanlık ve cihangiranelik muhafaza edilmek kaydıyla neredeyse isim benzerliğinden ibaret kalmıştır. Hatta İskender-i Zülkarneyn daha ağır basar desek yeridir.
Bunun ilginç örneklerinden biri Ahmedi'nin 1390 yılında Sultan Bayezid'e takdim etmek üzere kaleme aldığı eserdir. Bu ilk örnek Mesnevi formundadır ama aynı zamanda muhtevasının önemlice bir kısmını geometri, astronomi, tıp, felsefe, siyaset, etik, teoloji gibi bilimlere hasretmiştir. Vezinle yazılmış bir öykü kitabı gibi görünür ama E. J. Wilkinson, Gibb gibi uzmanlar tarafından bilimsel bir çalışma olarak kabul edilmiştir. Franz Babinger bir adım daha ileri giderek Ahmedi'nin İskendernamesini bir bilim ansiklopedisi olarak tanımlamıştır.
Yani hikaye deyip geçmemek lazım. Kimi zaman hikayelerle anlatırız meramımızı. Çünkü ancak böyle aşabiliriz zihnimizdeki şüphe duvarını.