Yıllardan bir yıl, ekimlerden bir ekim... Halk ve otoriteler nezdinde takdir kazanmış pek çok yazarın doğumları, başarıları, ölümleri ile edebiyat ajandasında üzerinde durulacak zamanlardan biri. Bu ayın bize hatırlatacakları arasında da iki önemli edebiyatçı var, Yusuf Atılgan ve Nilgün Marmara... Atılgan'ın toplum hafızasındaki yerinin önemli bir kısmını Aylak Adam kapsıyor. Marmara'nın da belki de şu dizeleri: "Niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına? / 'Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna' bir çocuk demiş.''
Bir dönem edebiyat öğretmenliği de yapan Atılgan'ın Türk yazınına kattığı az ve nitelikli eserlerinin kazanımı, şüphesiz okuyucularının belleğinde taze kalmayı başaran izler bırakmış olması. Yazılarında Nevzat Çorum ve Ziya Atılgan adlarını da kullanan edebiyatçının, insanın ruh hâlini derinlemesine yansıttığı eserleri arasında en bilindik romanı Aylak Adam içeriği ve mazisi ile hatırlanmaya değer. Çoğumuzu Aylak Adam'a götüren yol Tutunamayanlar'dan geçmiş olabilir; çünkü edebiyatımızın usta kalemlerinden Oğuz Atay, bu klasikleşmiş romanını yazarken Aylak Adam'dan esinlenir, ki ilgili bölümde şöyle bir konuşma geçer: "- Tutamak sorunu. İnsanın bir tutamağı olmalı. / - Anlamadım. / - Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar."
Tek başına bu kısım bile Aylak Adam'ın derdiyle ilgili ipucu veriyor.
'AD'SIZLAR VE BİLİNMEZLİK
Yusuf Atılgan yazım dili, türü ve içeriğiyle hakkı teslim edilmiş bu ilk romanında, dünyanın bitimsiz sorunlarından biriyle çıkar okuyucunun karşısına: Yalnızlık. Yalnızlığın getirdiği sıkıntı, sorgu ve anlam arayışı hâlini romanın başkişisi 28 yaşındaki genç bir adamın, C'nin tedirginliğiyle okuyoruz. Yazarın, kahramanını alfabedeki bir harfle sınırlı tutması, onun 'kendini gerçekleştirme' çabasında en anlamlı güdülemeye sahip olmasını istemesi kuvvetle muhtemel. Her şeyin bir 'ad' ile tanımlanması, durumların ve meselelerin o ad içinde vukû bulması bu basit gibi gözüken başlangıcın aslında ne kadar önemli olduğunu gösterir. ''Yoksa her şey, ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyor?'' diyen C de şüpheci, güvensiz, kırılgan ve isyankâr hisleriyle baş etmeye çalışırken bu biteviye çabanın sebeplerini ve hâliyle ismini bilseydi belki her şey onun için daha kolay olurdu.
YAZDIKLARINI KİMSE GÖRMEDİ
Yaşasaydı kim bilir daha ne muazzam mısralar yazacak olan Nilgün Marmara'nın da C ile benzeş yönlerinin olduğu aşikâr. Bu aslında hayâl ile gerçeğin çarpışmasında öngörülebilir olsa da, karşılaşanlar için hoş bir bağdaştırma. 'Kafatasının içini bir küçük huzur adına aynalarla kaplatan' şairimizin dediğini hatırlayalım:
"Dönüp yerleşip kendimi bulamıyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer..."
Şiirlerini en yakınları dahil entelektüel çevresinden de kimseye göstermeyen Marmara'nın manik depresif durumu, onun aramızdan çok genç yaşta ayrılmasına giden süreçte hüzünlü bir vedayı da beraberinde getirdi. 'İki adımlık yer kürede, tüm arka bahçeleri görmüştü' ve belli ki bildiği gördüğüne yetmedi. Boğaziçi Üniversitesi'nde okurken orta kantinin üstünde, derslere girmeyerek tünediği 'umutsuzlar merdiveni'nde kafasına takılan kaç vehim vardı kim bilir? Mezuniyet tezinde Sylvia Plath'in şairliğinin intiharı bağlamında analizini yaparken, bütün sanatçıların zihinlerini meşgul eden, kendi varoluşlarının farklılığını ifade etmekle yükümlü olduğunu savundu: "Sanatçının yaratma olgunluğuna erişebilmek için geçtiği hazırlık süreçleri her ne olurlarsa olsunlar, uzun bir ıstırap prosedürüdürler."