Edebiyatın hemen her türünde ortaya koyduğu ürünler, yazdığı hikâyeler ve kendisine yazılan hikâye ile dünya nezdinde ses getiren Avusturyalı yazar Stefan Zweig 60 yıllık ömrüne çok sayıda eser sığdırdı. Bilhassa kaleme aldığı biyografilerle yazın alanındaki dâhiyâneliğini ispatlayan Zweig'ın o meşhur "Koşun bakalım adlar, ne kadar koşarsanız koşun, ölümsüzlüğe kavuşamayacaksınız" lafzı muhtemeldir ki konu aldığı kişilere ithaf edilmiştir. Detaycı, sorgulayıcı, kafasında ince ince örüp birleştirdiği hikâyeleri o kadar başarılı ki, "Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar''da Tolstoy'un 'kendi hayatının başında nöbet tutmasından' bahsederken tüm bu nitelikleriyle o da kendi nöbetinde, özümsediği Stendhal gibi 'insan kalbinin gözlemciliğini' yapıyor. İki dünya savaşına da tanıklık eden, Hitler'in acımasızlığını iliklerine kadar yaşayan ve onun yarattığı kaosun kalıcılığından doğan büyük bir ümitsizlikle hayatına son veren yazarın öldüğü yıl, aynı zamanda okuyucuya ulaşan son eseri Satranç'ın da yayınlandığı dönemdir. Yayınlandığı sene sadece 250 adet basılan Satranç, üzerinden geçen 80 küsur yıl boyunca yeniden basımlarıyla okurun hafızasındaki tazeliğini sürdürdü.
Hâlihazırda bugün bile bir kitapçıya uğradığımızda Satranç'ın aynı yayınevlerinin farklı zamanlarda birden fazla basımlarıyla ve farklı yayın kuruluşlarının ilk baskılarıyla karşılaşmak şaşırtmasın. Önceki ay Esen Tezel'in Türkçeye çevirisiyle Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Satranç'ı kimi otoriteler 'roman', kimileriyle 'uzun öykü' olarak addediyor. Satranç'ta olaylara, New York'tan Buenos Aires'e hareket eden buharlı bir yolcu gemisinde 'gelişmesi' ile başlarız. Gerçekten nerede başladığına gelince... Belki Dünya Satranç Şampiyonu Mirko Czentovic'in konuşma, anlama, öğrenme gibi bir takım güçlüklerle geçen meşakkatli çocukluk yıllarında, belki de Dr. B'nin 2. Dünya Savaşı sırasında kapatıldığı bir odada şans eseri temin ettiği bir satranç kitabına tutunarak hayatta kalmayı başardığı dâhiyane zaferinde. Hikâyedeki taşlar bir satranç maçı etrafında şekillense de, psikolojik canlandırma ve konuşmalar içerikteki sacayağının önemli bir parçası. Zaman zaman hâkim, zaman zaman kahraman bakış açısıyla okuduğumuz Satranç'ta savaşın yıkıcılığına, nasyonal sosyalizm diktasına ve Hitler zulmüne sıkça rastlıyoruz. Yazarın eleştirel yaklaşımla ele aldığı hikâyenin başkişisi Dr. B gibi gözükse de, bu mesele anonim nice hayatın zihnimizdeki tasavvuru. Satranç'ın, Zweig denince aklımıza gelen ilk, yazarın hayatında kaleme aldığı son eser olmasıysa tuhaf ve özel bir çelişki.