Polisiyenin kraliçesi geri döndü...
Dorothy L. Sayers, İngiltere'nin 1920'li yıllarında Birinci Dünya Savaşı'nın ardından patlayan Altın Çağ polisiyesi akımın dört kadın yazarından biriydi.
Agatha Christie, Margery Allingham ve Josephine Tey ile birlikte dönemin yıldızlarıydı.
Suç ve muamma üzerine kurulu "Katil kim" polisiyesinin klasiklerine imza atan Sayers'in iki yeni kitabı daha raflarda yerini aldı. Türk okuru onu 3 yıl önce ilk kitabı Bu Kimin Cesedi'yle tanımıştı. Dedektifi başkahramanı Lord Peter Wimsey, sadık ve akıllı uşağı, sürekli iğnelediği ama onsuz da yapamadığı polis müdürü arkadaşı Parker'la Londra'nın kasvetli atmosferinde bir cinayeti çözüyordu.
İkinci kitabı Kuşkulu Ölüm'de Lord Wimsey'i polis dostunu sıradan bir ölümün cinayet olduğuna ikna etmeye uğraşırken buluyoruz:
"Suçluların rahat duramadıkları kanıtlanmıştır. Bırakmadıkları izleri silmek için gereken işlere atılırlar böylece sırasıyla şüpheyi, soruşturmayı, kanıtları, tutuklanmayı ve darağacını çağırırlar."
Hastalığı ilerlemiş ölümü bekleyen zengin yaşlı bir kadının hayatını kaybetmesi niye şüphelidir.
Ardından eski bir hizmetçi olan garson kızın kırsaldaki cesedi ve ondan çıkan 5 sterlin.
O paranın izi nereye çıkar. Asıl mesele zengin yaşlı kadının mirasıdır.
Yeni Mülkiyet Kanunu şüpheleri büyütür.
1837'deki Kraliçe Victoria döneminden beri yürürlükte olan kanun 1926'da yılında değişecektir.
Ancak zengin kadın 1925'in kasım ayında ölüverir.
Mülkün sahibi vasiyeti yazmadan ölürse ne olur?
Kadına bakan yeğeni eski hemşire hedeftedir. Yeni mirasçılar var mıdır?
Bu ve buna benzer onlarca soru havada uçuşur.
Katil bir yerde açık verecektir. Akıl yürütme, merak, dikkat, araştırma, farklı bir bakış açısı gereklidir.
Onu okumak zordur, ilk kitabıyla ilgili okur yorumlarında dikkatlerin dağıldığı yönünde eleştirilere rast geldim. Kendi döneminde de çok eleştiriler almıştır. Kibirli entelektüel, snop, aşırı iddialı olmakla suçlandı.
Miss, Mrs, Mr, Ms, Sir, Madam ile başlayan sayısız erkek, genç kız, kadın sahneye gelir. Mesele büyür, onlarca isim arasında kime ve ne dediğini anlamaya çaba gösterirsiniz. İşte tüm karmaşadan sonra isimler azalır, önemini yitirir. Herkes sözünü söyleyip geri çekilir. Asıl hedefe doğru ipuçları birleşmeye başlar.
"Gerçeklerin bir gün ortaya çıkma huyu vardır" sözü doğrulanır. Sayers, bazı karakterlerin ruhunu çok iyi yansıtır:
"Miss Climpson yarım saat oturdu öylece, vicdanıyla boğuştu. Yaradılıştan gelen meraklılığı "Oku" derken, dini terbiyesi "Okumamalısın" diyordu., işvereni Wimsey'e duyduğu sadakati "Öğren" diye sıkıştırırken, ahlakı "Yapma böyle bir şey" diye çöküyordu üstüne, korkunç sert bir ses, "Cinayetten bahsediyoruz. Cinayete işbirliği mi edeceksin?" diye soruyordu. Miss Climpson, vicdanla düşman arasında kalan Lancelot Gobbo (Shakespeare'in Venedik Taciri oyunundaki uşak) gibi hissediyordu ama vicdan hangisiydi, düşman hangisiydi: Doğruyu söyleyip fenalığı cezalandırmak."
ŞÜPHE BULUTLARI
Üçüncü kitabı Şüphe Bulutları da Sahi Kitap'tan yayınlandı. Lord Peter, bu kez ailesinin adını temize çıkarmak için mücadele etmek zorundadır. Müstakbel eniştesinin cesedi, ayağında terlikleri ve üzerinde ceketiyle kasımpatıların arasında yatmaktadır. Kız kardeşi Mary üzgündü, Lord Peter da. Tüm deliller, abileri Denver Dükü Gerald'ı işaret ediyordu. Tutuklanıp, mahkemeye çıkarılır. Lord Peter'in en zor sınavı başlar. Lord ve arkadaşı dedektif Charles Parker, av köşkünün altını üstüne getirir. Ellerinde olanlar ayak izleri ve kedi şeklinde bir tılsımdır. Yolda gizemli bir mektup bulunur. Mahkemeye yetişebilirse her şey aydınlığa kavuşacak, asıl katil ortaya çıkacak.
Sayers, hikayelerinde kurgunun bulmacaya dönüşmesine karşıdır, hayatın gerçekliğini arar.
Edebi ağırlığı önemser. Şiddeti tanımlamaktan kaçınmaz. Karmaşık ölüm yöntemlerini tüm dehşetiyle ayrıntılarıyla verir.
1893 doğumlu Sayers, 1957'deki ölümüne kadar onlarca roman, oyun, şiir yazdı. Aynı zamanda eleştirmen, teolog ve çevirmendi.
1920'lerde başladığı polisiye serisinde yıllar içinde zamanın ruhuna göre, dedektifi de ayağı yere sağlam basan, görüşleri ve fikirleriyle başka bir karaktere büründü.
Bir papazın kızı olan Sayers, Oxford'un ilk kadın mezunlarından biri, evlatlık olarak bilinen oğlunun ise evlilik dışı gerçek çocuğu olduğu yıllar sonra ortaya çıkmış.
Fırtınalı hayatı böyle bir gizemi tercih etmesine neden olmuş.
Radikal bir hayatı vardı, hem yaşamında hem de edebiyat dünyasında yerleşik değerlerle mücadele etti.