Hızlıca giriyorsunuz kitaba, -üslubuna özenerek ve kelimelerinden araklayarak yazarın- pata küte romanın içinde buluyorsunuz kendinizi... Böyle hemen istemsizce girdiğim kitapların hemen kaç sayfa olduğuna bakarım, zaman zaman okuma hızımı düşürür, ara verdikten sonra birkaç sayfa geriden alıp devam ederim. Birçok kitapsever gibi, bitmesin isterim bu rüya... Turkuvaz Kitap'tan çıkan NasReddin-Bana Damdan Düşeni Getirin romanını okumaya başlarken de böyle oldu.
"Iraklılardan indiragandi yaptığım silahı yanımda getirdiğim uyku tulumunun üstüne ihtimamla uzattım. Bir tütün sardım. Yıldızlara baktım.
Hayat acayip bir bilmeceydi. Neler geçmişti başımdan. Başıma gelen pişmiş tavuğun başına gelmemişti usta! İçimdeki yabancı ile yaşayıp durmuştum. Şekil olarak Türkiye'deydim, harbi yerliydim, kara gözlü filandım."
Demek istediğim tam da bu satırlarda gizli. Çünkü yazarın kitabı yazdığı Selimiye- Balıkçı Barınağı, eşlikçisi oranın çayları ve benzini alaturka radyo çalan yurdum müzikleri... Sanırım Cem Sancar'ın açtığı kapıdan benimle girdiniz bile.
Hemen insanın zaaflarıyla yüzleştiriyor bizi, belli ki az sonra ağır abiler gibi alıp azarlayacak: "İnsanın en büyük trajedisi nedir aslında? Bir yalana inanırsın, yalan gerçek olur." Demin ki eğlenceli kısımlardan sonra oturup dinleme kıvamına geldik. Çünkü durmadan konuşmadan, yazıp çizmeden önce diz kırıp dinlememiz şart. Neyim var hekim var der gibi, talep etmesi gereken her talebe!
Ve romandaki ilk karakter karşımızda: Nas... Aslında adı bu değil ama ne olduğunu kitaba bırakalım. Hayali öğretmenlik ancak gerçekler kayınpederin yamacında hilelerine şahit olmak. Hayalleriyle yaşayan değil düşlerine ihanet eden günümüz insanı yani. Çok uzakta aramaya gerek yok, sen ben o, biz siz onlar!
Kabul görmek istediği ortamlara girmek istiyor Nas. Aslında girmek değil de dâhil olmak diyelim. Çünkü girmek ile dahil olmak başka şeyler olsa gerek. Kendinizden vazgeçerek dahil olduğunuz ortamlarda aslında görünmediğinizi fark etmeniz zaman alıyor. Sonra da "Buradayım be buradayım" diye çığlık da atsanız nafile, sesiniz duyulmuyor. Aşk konusunda da talihsiz Nas, ya da yanlış yerde mi acaba: "Aşk sandığı rüzgârlar vantilatör üfürüğü çıkıp durmuştu. Kendini akıntıya bırakmış, artık hiçbir şeyi umursamaz olmuştu. İşin enteresan tarafı bu umursamaz tavır prim yapmış, kadınlar tarafından bilakis daha bir aranır, daha bir sorulur olmaya başlamıştı."
Yazar, Nas'ı tam gömerken talihinin döndüğü anlaşılıyor. Öyle olmaz mı, bazen roman karakterleri yazara rağmen rolünü değiştirir, ağırlığını hissettirir.
"Kader bu değişmez" diyenlere inat, - yine Cem Sancar'a öykünerek- yazarın klavyesine yön verir. Öyle bir aşık olur ki, ecnebilerin dediği gibi (fall in love) aşka düşer. Yenilmiştir aslında ama bunu anlaması için de moda olan zorlama bir deyimle 'deneyimlemesi' gerekecektir. Sonrası hızlı bir girdap mı desem dipten çıkma çabası mı? İstanbul'un semtleri Beyoğlu, Cihangir, Etiler'de bir garip Orhan Veli değil, bir kendini bulma çabası ama önce nefsine, dünyaya, parıltılı ne varsa onlara kanma; kana kana içme... Sonrası NasReddin'de, bir reddiye niyetiyle okunmalı.