Yasemin Candemir, ilk kitabı Kaderin Kırmızı İpi (Müptela Yayınları) ile polisiye dünyasına sıkı bir giriş yapıyor. Kitap nasıl başladıysa öyle bitiyor; temposu bir an düşmüyor. Polisiye romanın hakkını veriyor.
Her bölümün sonunda 'ne olacak acaba' sorusu orada bırakmanıza engel oluyor. Kitaba adını veren doğu efsanelerindeki kırmızı ip, romanın ruhuna sinmiş.
Son satırları okuduktan sonra kurgusunun tarifle birebir örtüştüğünü anlıyorsunuz:
"Kırmızı ip efsanesi, hayatlarımızın önceden belirlendiğinin kanıtıdır. Her şeyi anlamanın da. Çaprazlama olarak yaşadığımız hikâyeler ve rastgele zaferler tesadüfi değil, doğduğumuzda takılı olan görünmez kırmızı iplerin eseridir. O kırmızı ipler kocaman bir halının parçalarıdır ve öleceğimiz gün bile önceden tayin edilmiştir. Bu, antik çağlardan kalma tuhaf bir inanış gibi görünse de hayatımızda olan her küçük şeyin kader ve karma ile bir ilgisi vardır." 15 yaşından beri polisiye okuyan Yasemin Candemir, bir basın emekçisi.
Muhabirlik, editörlük ve yayın yönetmenliğine uzanan bir çalışma geçmişi var.
Kitabın akıcı, vurucu cümlelerinde, temiz bir dili olmasında gazeteciliğinin getirdiği titizliğin yansımaları görülüyor.
Bu işin olmazsa olmazı iyi bir edebiyattır.
Candemir, bu yönden de iyi bir okuma vaadediyor.
Her bölümün başında Shakespeare'den film repliklerine, ünlü düşünürlerden yazarlara konuya uygun titizlikle seçilmiş alıntılar da zenginlik katıyor.
Rock şarkılarından 18. yüzyıldaki mobilya tasarımına kadar ince bilgiler de karakterlere uygun seçimler olmuş.
ABD'de geçen hikayenin kahramanları da yabancı. Bu da uluslararası anlamda önemli bir kapı açabilir.
Kitap, çok katmanlı, çok ayrıntılı, tarif ettiği gibi birbirine bağlı suçlar örgüsüyle ilerliyor.
Çocukluğu berbat geçmiş evlililiği ondan de beter, şiddet görmüş minik kızını hastalıktan kaybetmiş bir seri katil.
Hem de kadın, lakabı büyücü...
Yazarımız onun portresini bir hamlede çiziveriyor:
"O artık bir fısıltının esiriydi. İlk önce zihninde kısık seslerle belirmiş, sonra ağır ağır tüm bedenini ele geçirmişti.
Kızının ölümü, kocasının hapishaneye girmesi sürecinde kollarında ve bacaklarında karıncalanma yaratan sinsi bir dürtüden öteye geçmemişti. Uğradığı hakaretlerle beslenip büyüdü. Boğazında bir düğüm haline geldi zamanla. Sabırlıydı.
Bekledi, bekledi... Sonunda hayatını onun kollarına teslim etmesini istedi. Bu fısıltının adı; İntikamdı.
Merhamet ve vicdanı içinden söküp atarken yeni hayatı başladı." Polisiyenin kraliçesi Agatha Christie'nin efsane başyapıtı Doğu Ekspresi'nde Cinayet romanında meşhur dedektifimiz Hercule Poirot'nun dediği gibi; "Madam, bir insanın cinayet işlemesi için ruhunda küçücük bir kırılma olması kafidir." Bir Şaman maskesi, kırmızı ipler, efsaneler, söylenceler... Polisler, savcı, FBI, soruşturma, dinlemeler, takipler arasında inanılmaz işler oluyor.
Yazar, matruşka gibi suçu ve suçluları çıkardıkça çıkarıyor. Her biri birbiriyle bir şekilde bağlantılı. Ama asıl mesele yerli yerinde duruyor. O kadar çok kişi, cinayet, saldırı, kıskançlık, şu bu var ki...
NEREDE TOPARLANACAK?
Bir yerden sonra tüm bunlar nerede toparlanacak derken kendinizi alamıyorsunuz...
Finali okuduktan sonra bir eksiklik hissettim.
Sonra anladım ki, bu benim önyargımdı.
Ağırlıklı olarak bir dedektifin kişiliğinde, bir şehrin ya da bir ülkede geçen polisiyelerin bize bıraktığı bir miras bu. Yasemin Candemir bunu kırıp geçiyor. En azından benim için böyle...
Seri katilin merhametli sevecen birine dönüşmesi mümkün mü? Yanıtını yine Hercul Poiort versin:
Hanımlar ve beyler; bu olayda anladım ki adaletin terazisini dengelemek her zaman mümkün olmuyor. Bu sefer bu dengesizlikle yaşamayı öğrenmem gerekiyor. Burada bir katil yok. Sadece iyileşmek için bir şans verilmeyi hak etmiş insanlar var. Hepiniz özgürsünüz. Umarım aradığınız huzuru bulursunuz. Umarım hepimiz buluruz.