Geçen hafta, 11 Şubat 2024'te kaybettiğimiz ve Türk edebiyatının en büyük isimlerinden biri olan Füruzan, 29 Ekim 1932'de İstanbul'da doğdu. Babasını küçük yaşta kaybetti, ilk öğrenimini Yalova ve İstanbul'un değişik okullarında tamamladı. Ailesinin kısıtlı ekonomik imkanları nedeniyle ortaokula gidemedi. 1950'lerin başında tiyatrocu olma arzusuyla bir süre Küçük Sahne'de bulundu. Ardından uzun bir süre resim çalıştı ama sonunda tamamen edebiyatla ilgilenmeye karar verdi.
Çok daha sonraları bu kararı şu cümlelerle anlatacaktı: "Okumayı sürgit çok sevdim. Fakat yazar olmayı hiç düşünmemiş hatta aklıma bile getirmemiştim. Şaka bir yana çok iyi film anlatırdım. Bu, ayırıcı bir özellik sayılmasa da... 1960'ların diri, devingen dünyasında olanlar o zamanı derinlemesine yaşayan beni de sarsıyordu. Martin Luther King'in o güzelim konuşmasını yaparken 'siyahlarla beyazların kardeşliği'ni anlatması, Vietnam Savaşı, ülkemizdeki özgürlük ve adalet tartışmaları, birikimlerimi yeniden gözden geçirmemi gerektirdi. Yazma kararımı böyle verdim."
1958'e dek öykülerini Türk Dili, Yenilik ve Pazar Postası gibi dergilerde öykülerini yayımladı. Eserlerinde soyadını değil sadece sadece Füruzan adını kullanmaya da o tarihlerde karar verdi. Hiç bozmayacağı bir kararı daha vardı: "Küçük" insanları, kadınları, çocukları, göçmenleri ve onların yoksulluklarını, ezilmişliklerini, kimsesizliklerini yazacaktı. İlk kitabı Parasız Yatılı ile 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı 'nı, Kırk Yedili'ler ile 1975 TDK Roman Ödülü'nü kazandı. Öyküleri Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Boşnakça gibi dillere çevrildi. 1975'te bir sanatçı programı (D.A.A.D.) kapsamında davet edildiği Batı Berlin 'de bir yıl yaşadı ve göçmen Türklerle röportajlar yaptı. En önemli yapıtları, Parasız Yatılı (1971), Kuşatma (1972), Benim Sinemalarım (1973), Gecenin Öteki Yüzü (1982), Gül Mevsimidir (1985), Sevda Dolu Bir Yaz (1999) ve son olarak Akim Sevgilim (2023) olarak sıralanabilir. Kırk Yedili'ler (1974), Berlin'in Nar Çiçeği (1988) adlı iki romanı ve Lodoslar Kenti (1991) adlı bir şiir kitabı da vardır. Ayrıca resim yaptı, Devlet Tiyatroları'nda sahnelenen tiyatro oyunları kaleme aldı, TRT televizyonu için Gecenin Öteki Yüzü kitabını Okan Uysaler'in yönettiği bir dizi haline getirdi, Ah Güzel İstanbul öyküsünden uyarladığı filmde Ömer Kavur'la çalıştı, birçok ulusal ve uluslararası ödül kazanan Benim Sinemalarım filmini yönetti.
Füruzan'ı, onunla yaptığım bir röportajla anacağım bu yazıda. "Hayatta incelikli dikkatler geliştirmemiz için gerekli olan şeyler bozuluyor... Kabalık gündelik bir alışkanlık durumuna geçti. Çevremizi saran her şeyin kirletilmesi bu hoyratlıkla besleniyor," demişti bir yerde. Aşağıda devamında söylediklerinden parçalar bulacaksınız...
AŞKI DA ÖĞRETİCİ SAYDI
"İnsanı değiştiren bir olgudur aşk, evet. Kimileri böyle bir şansı yakalayabiliyor, kimileri de elinden ancak o kadarı geldiği için hoşlandığı bir ilişkiyle yetinmek zorunda kalıyor. Sevdalanmak da ayrı bir yetenek olmalı. Bana sorarsanız, her yeni duygu kayması halini aşk sanmamak gerek. Belki daha barışçıl duygular olan hoşlanmak, sevmek de olanaklıdır... En sık yaşananlar da bunlar zaten. Barışçıl derken; tarafları çok sarsmaz ama gündelik hayatı renklendirir, hırçınlıklar, acılar içermez... İnsanlar her derinleşmenin acı pahasına olduğunu bilmeli. Bilirler de sanırım. Acıdan kaçarak aşık olamazsınız. Aşk sözcüğü tam bu noktada ayrı bir yerde durur. Sizi değiştirir, algılarınızı, duyarlılığınızı biler, öğretir, gerçekten öğretir."
"MASUMİYET" ÖNEMLİYDİ
"Yazarken insanlara nefretle yönelmem. Nefret insanı sakatlar, hele bir yazarı daha da fena sakatlar. Birçok şeyi, birçok ilişkiyi sevmeyebiliriz. Bazı kişileri ve davranışlarını hiç, hiç sevmeyebiliriz. Ama sonuçta onları el verdiğince hayatın dışında tutabiliyoruz, değil mi? Bir edebi metin çalışmasına gelince; bu yazarla yazacakları arasında çok mahrem bir zamanın yaşanması anlamına geliyor. Seçtiğiniz kişileri yargılamak yerine onları tartışmalı bir noktaya; masumiyetlerini yitirdikleri noktaya çekebilmelisiniz... Buradaki 'masumiyet' sözcüğünün altını özellikle çizmek isterim. Benim Sinemalarım'ın baş kişisi güzel Nesibe'nin kötü yola düşmesi gibi bir şey değil bu."
İLK ÖĞRETMENİ ANNESİYDİ
"Öğretmenlerimin birincisi annem, ikincisi İstanbul, üçüncüsü büyük yazarlardı. Her çocuk için anne bir çeşit öğretici değil midir? İlk adım dille başladı, sonra günlük hayatın düzenlenmesi, terbiye... Büyürken bu yöntem göstermeler, tembihler sık sık can sıkıcı gelse de, uymak kaçınılmazdı. İleriki yıllardaki karşı koymaların tohumları da tam orada atıldı belki. Çünkü bir çocuğa öğretilenlerin tümünün doğru olduğunu kim söyleyebilir ki!"