Sezai Karakoç, Teoman Duralı ve şimdi Alev Alatlı... Türk fikir dünyasında ufuk ve hikmet perdesini aralayan, açabildiği kadar açan, düşünce, yaşayış ve istidlâlleriyle toplumun istikbâline ışık tutan aydınlarımızı sırasıyla ebediyete uğurlamak oldukça hüzünlü... Yaşanan tarihî ya da genel ve hatta belki bütünüyle kişisel bir mesele haline getirdiğimiz olayların akışında şöyle bir duraksayıp "O yaşasaydı ne konuşurdu acaba?" diye düşünmeden edemeyeceğiz, takdirde haddikifayemizi, takdirde havsalamızı zorlayan paha biçilemez münevverlerimiz...
"Yaşasaydı ne yapardı bu durumda?", evet... "Bir Mûsa doğmasın diye, doğan binlerce çocuk öldürülür" der ve dünya halkları böylesine ayaklanmışken bize yeni bir diriliş yazabilirdi Karakoç. Gündem olan Yeşaya kehanetlerinin etimolojik ve kültürel kökenlerine inerdik belki Teoman Hoca ile. Ve Edward Said'in Haberlerin Ağında İslâm ve Filistin Sorunu kitabını çevirdikten sonra Yaser Arafat'tan özgürlük madalyası alan, "Filistin'in başına her bir şey geldiğinde gidip o madalyayı okşuyorum'' diyen Alev Alatlı... Onun ömrü, insanlık onurunun bu yüzyılda bir kez daha yer ile yeksân olduğunu görmeye vefâ etti. Vefatından kısa bir süre önce gerçekleştirdiği son söyleşisinde, dünyanın dört bir yanında yapılan protestolar için içimize sınırsız bir ümitvârlığı salık vererek hepimize şunu söylemişti: "Vietnam Savaşı'nı Amerikalı öğrenciler durduğunda, Amerika'daydım. Vietnam'ı durdurdular." Tam olarak bu yüzden, "Yaşasaydı ne söylerdi?" dediğimiz aklın ve merhametin sağlam bir neferini daha kaybetmiş olmanın burukluğunu ancak, onların bize bıraktığı eserlerle onarabiliriz. Ve bir teselliyle diyebiliriz ki, "Kalanların ömrüne bereket..."
CETVELE GELMEZ TÜRKİYE
"Her yasal hak helâl değildir." Yakından âlâkadar olmayanlar varsa da, bu cümlesi üzerine tanış oldu Alev Alatlı'yla. Kimileri için her koşulda takip edilip dinlenilen, kimileri için zaman zaman fikirlerine talip olunan, kimileri içinse vurucu kelâmıkibarlarıyla toplumun belleğine girmeyi başarmış mücevherlerden biriydi. Türkiye'nin özellikle son yarım asrında, sayılı kalan akıl hocalarından olan Alatlı, vizyonu ve gönüllü olarak içine girdiği misyonla ''toplum mühendisi'' kavramının mihenk taşlarındandı. Toplumcu gerçekçilikte ön saflarda yer alan, her fırsatta Türkiye'yi ve Türk halkını çok sevdiğini ifade etmekten imtina etmeyen yazar ve düşünürün vasiyetinde de şu yazıyor keza: "Her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye'yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı adet edinin. Unutmayın ki düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır Türkiye'nin."
HİCRET ETMİŞ BİR MUHACİR
Menemen'de bir asker çadırında doğan Alev Alatlı'nın hayatı, Türk ordusunda subay olarak görev yapan babasının, vazife icabı şehirlerden şehirlere göç etmesiyle Türkiye'yi gezerek geçer. "Babam asker olmasaydı bu ülkeyi doğru düzgün tanıyamazdım" diyen Alatlı ilk öğrenimini "dünyanın en iyi öğretmeni" olarak tarif ettiği Emine öğretmeninin idaresinde Erzurum'da, orta öğrenimini Ankara'da okur. Prusya Prensi'ne benzettiği, "Dehâya yakın bir zekâ" olarak addettiği, "Tüm okuma ve öğrenme iştiyâkımı ona borçluyum" dediği babasının Japonya'ya askerî ataşe olarak atanmasıyla liseyi Tokyo'da Amerikan okulunda tamamlar. ODTÜ ekonomiyi çok yüksek bir puanla bitirdiğinde fulbright bursuyla önce yüksek lisansını sonrasında da doktorasını ABD'de tamamlar; ama tüm bunlar Alev Alatlı'ya yetmez. Merâkı kabına sığmayan kıymetli mütefekkir matematik tarihine yönelir. Kimya ve fizikle devam ederken medeniyet tarihine kadar 'gerileyen' Alatlı bir söyleşisinde şu ifadelere yer verir: "Bir yere geldim ve anladım ki hepsi teolojiye çıkıyor. Dinler tarihi. Düşünen insanlar ya bir papaz, ya bir şaman, ya bir imam, ya bir haham. Dert aynı dert, bu dünyayı anlayıp rahatlamak."
Kendisini "Batı'dan Doğu'ya hicret etmiş bir muhacir" tanımlayan Alev Alatlı, II. Dünya Savaşı'nı, soğuk savaş dönemini, darbeleri yaşamış bir fikir insanı olarak Amerika'yı da Rusya'yı da bir zulüm kutbu olarak görür ve merhametin beşiği olarak kanıksadığı Anadolu'ya döner. Aydın Despotizmi, Beyaz Türkler Küstüler, Aydınlanma Değil Merhamet, Dünya Nöbeti, Kâbus gibi eserleriyle hayat, düşünce ve siyaset üzerine ikna edici saptamalar, ufuk açıcı metotlarla takipçilerine yol gösteren Alatlı'nın, hâlâ yaşasaydı diyeceğinden emin olduğumuz şeyi buraya da not düşelim: "Türkiye'ye bir şey olmaz. Okyanuslar taşar Türkiye'ye bir şey olursa. Bizim unuttuğumuz şeyler var. Ne kadar büyük bir ulus olduğumuzu unutuyoruz. Bizim medeniyet tasavvurumuz vardır. Zannetmeyin ki dünya böyle."