İstanbul bir tarih hazinesi. Hangi taşı kaldırsanız altından başka bir hikaye çıkıyor. Beyoğlu ya da Rumca'daki adıyla Pera, kentin gözbebeğidir. Bir zamanlar gezginlerin günümüzde de turistlerin uğrak yeridir. Bizans döneminde Haliç'in karşı kıyısı Pera olarak bilinirdi. Yunanca'da 'öte' anlamına gelen Pera, ağırlıklı olarak tüccar olan Venedik ve Cenevizliler'e tahsis edilmişti.
Galata'yı da kapsayan bölge üzüm bağlarıyla meşhurdu. Fetihten sonra Osmanlılar için orası Beyoğlu'dur. Bu adın nereden geldiği hakkında birkaç rivayetten en sağlam olanı Venedikli bir aileye ait olandır.
Zengin bir tüccar olan Venedik balyosu (elçi) Andrea Gritti'nin konağı dillere destandır.
Zenginliği, politik ilişkileri ve Osmanlı sadrazamlarıyla dostluğuyla önemli bir figür olan oğlu ise konağı görkemli bir hale getirir.
Bu kişi Bey'in oğlu Alvise Gritti'dir.
Ancak küçük bir mahalle olan Beyoğlu, 16. yüzyılın başlarındaki Matrakçı Nasuh minyatürlerinde de az sayıda binası olan, bağlık bahçelik bir alandır.
Semtin gelişimi yüzyılın ikinci yarısında 1535'te Osmanlı İmpratorluğu'nun Fransa'ya burada yerleşme izni vermesi ile başlar.
Ardı ardına birçok elçiliğin yerleşmesiyle Pera'nın altın yılları başlar.
Yunanlı tarihçi Meropi Anastassiadou, Selanik'te Osmanlı İzleri kitabında 500 yıl hüküm süren Osmanlı'nın neden yok sayıldığını sorguluyordu.
Bu kez o yıllarda Pera'ya yerleşmeye başlayan Ortodoks cemaatini inceleyen Anastassiadou, arşiv ve belgelerin ışığında yıllar süren bir araştırmayla önemli bir boşluğu dolduruyor.
Yazarın, XIX. Yüzyıl İstanbul'unda Rumlar/Pera Cemaatinin Toplumsal Kültürel Tarihi (Alfa Yayınevi) kitabında Beyoğlu'nun kozmopolit yapısı ele alınıyor. Çok dilli, çok dinli semtin büyük fotoğrafı hiç kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu'dur. Rum cemaati de görkemli tarihe damga vuran önemli bir unsurdur.
İlk belgeler, Rumların yine aksi istikamet anlamına gelen Stavrodromi dedikleri semtte 1804 yılında kurdukları Pera Meryem Ana Kilisesi'ne aittir.
Bu belgelerin kayıtları, yıllar geçtikçe daha düzenli ve kapsamlı hale gelerek Cumhuriyet'in ilk 10 yıllarına kadar sürer.
Bu kayıtlarda, doğumlar, ölümler, nüfus sayımları, evliliklerin yanı sıra, tarihi yapılar, eğitim kurumları, hayırsever kuruluşlar, diğer cemaatlerle ilişkiler yer alır.
Bankerler, tüccarlar, üreticiler, kol emeğiyle çalışanlar, meslek sahipleri özellikle üst düzey yöneticiler, diplomatlar oradan doktorlar, müzisyenler, eğitmenler gibi kültür ve sağlık alanına kadar uzanan bir yelpaze söz konusudur.
Yalnız Rum cemaati değil, Ermeniler, Levantenler, Yahudiler ve az sayıda da olsa Müslüman bölgenin zenginleşmesine katkıda bulunur.
Sokaklarında birçok dil konuşulur: Türkçe, Rumca, Ermenice, İtalyanca, Fransızca, Almanca, İbranice...
Bölgedeki zenginlikten yararlanmak isteyen taşralılar akın eder.
GÖRKEMLİ YAPILAR YÜKSELİYOR
Sakız adasından, Karaman'dan Rumlar çalışmaya gelerek semtin varoşlarına tutunur.
Hayır kurumları onlara destek olur.
1870'deki büyük yangından sonra Beyoğlu'nun mimarisi de baştan aşağıya yenilenir.
Ahşaptan kagir yapılara dönüşüm başlar. İtalya'dan mimarlar, ustalar, kalfalar gelir.
Rum ve Ermeniler ustaların da katkılarıyla görkemli yapılar ardı ardına bir düzen içinde yükselmeye başlar.
Kiliseler, sinagoglar, okullar, hastaneler, oteller, tiyatro binaları, eğlence mekanları çehreyi değiştirir.
Doğal olarak kültürel hayatı da etkileyen bu ikonik yapıların birçoğu günümüze kadar ulaşır. Osmanlı da yaşam biçimiyle bir Avrupa kenti görünümündeki semte kayıtsız kalmaz.
Galatasaray Sultanisi, Mevlevihane, Ağa Cami, Taksim'deki görkemli kışlayla İslami damgasını vurur.
Bu modernleşmenin önünü açan iki büyük düzenlemedir.
1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile batılılaşma hareketi hız kazanır.
Osmanlı Devleti bu dönemde, mali, hukuki, eğitim ve askeri alanda bir dizi yenilenme gerçekleştirir.
Tanzimat'ın devamı niteliğindeki Islahat Fermanı da 1856'da ilan edilir.
Osmanlı tebaası içindeki gayrimüslim ve yabancı azınlıklara bir takım haklar tanınır.
Irk, din, dil ayrımı gözetmeden bir Osmanlı toplumu yaratılmak istenir.
Bir amaç da Fransız İhtilali sonrası yayılan milliyetçilik akımının da etkisiyle, özellikle Balkan coğrafyasında yaşayan azınlıkların başlatmış olduğu isyanları sonlandırmak ve devlete olan bağlılıklarını yeniden tesis etmektir.
Ve isyanları bahane eden Avrupa devletlerinin, Osmanlı iç siyasetine karışmasını önlemek de amaçlanmıştır.
Ancak bilindiği üzre olaylar tam tersi olur.
Osmanlı modernleşmesinin yüzü olan Beyoğlu'nun kültürel, toplumsal ve ekonomik gelişimi yüzyılın sonuna doğru sönmeye başlar.
İmparatorluk, ekonomik kriz, çalkantılı iç ve dış siyasetle Birinci Dünya Savaşı'nın da üstüne gelmesiyle tam bir çıkmaza girer.
YAŞANANLARDAN PERA DA ETKİLENDİ
Tüm bunlardan görkemli Pera da nasibini alır. Yazar Meropi Anastassiadou, "Nasıl bir gelecek tasarlıyorlardı" diyerek arada kalan Rum toplumunun durumuna teşhis koyar:
"Bazıları muhtemelen Yeni Yunanistan Büyük Fikrine fikrine sıcak bakıyordu. Karadeniz'den Adriyatik kıyılarına kadar uzanan bir Yunanistan... Kimileri büyük güçlerin denetiminde, siyasal açıdan zayıf ama hoşgörü ve özgürlük geleneğine bağlı bir Osmanlı devletine oynuyordu. Kimileriyse, ki kesinlikle çoğunluğu oluşturuyordu bunlar, bilgeliğin sesine kulak veriyor ve bir ayaklarıyla sultanın topraklarına diğerleriyle başka bir zemine basmak istiyordu. Hem orada hem buradaydılar, konjonktürdeki dalgalanmayı dikkatle izliyorlardı."
Yunanlılar'ın Anadolu'yu işgali, Kurtuluş Savaşı, Lozan Anlaşması, Cumhuriyet'in kuruluşu, ardından gelen mübadeleyle gelinen nokta hepimizin malumu.