Unutmak, insan için büyük bir nimet. Yaşadığımız hiçbir şeyi unutmasak, hayat çok keyifli olmayabilirdi. Beyda Yıldız'ın Everest Yayınları'ndan çıkan ilk romanı Duasız ve Törensiz okurken aklıma unutamadıklarım geliyor. Anaokulunda babamın beni ilk kez yalnız bırak gittiği günden, ilkokulda yediğim ilk tokada kadar... Terk edilişleri ve acıyı unutamıyor insan. Kapanmayan bir yara gibi. Hep kanamasa da hatırlanıyor.
"Kuşkusuz zamanın ve hayatın bize şefkatle yaklaşmadığı vakitlerdi. Sobanın davullar gibi gümlediği, alazlı çıtırtılarının sıçradığı toprak evimizde, biz üç kadın, başımızı kucağımıza devirir, uzun uzun acının sessiz diliyle konuşurduk. İşte o vakit gerçekten korkardım. Bir dağın seni sırtladığını düşünür, ürperir, titrer, çıldırırdım."
Beyda Yıldız'ın güçlü bir anlatım tarzı var. Bunda romanın geçtiği bölgede doğması, büyümesi, coğrafyayı yakından tanımasının büyük etkisi olduğu belli. Karlı havalar, çocukların yalnızlığı, köylerde yaşanan tedirginlik vb. pek çok konuda bizi olaylar geçtiği topraklara, yaşandığı mevsime götürmekte zorlanmıyor:
"Sekine Ninemin eteğini bizlere yeni şeyler anlatması için çekiştirirdik. Ninem gözlerini kapatır, bu kez köyümüzden başkaca memleketleri anlatmaya başlardı. Oralarda, kocaman taslarda çalkalanan büyük ve derin sular, ovaları yutan dev dilli dağlar, biçimlerini ve renklerini tahmin edemeyeceğimiz devasa çiçekler, o çiçeklerin tohumlarından havaya saçılan bebekler ve sadece dans ederek yaşayabilen ve kafalarının üzerinde zıplayarak hareket eden rengârenk insanlar vardı. Ninem kendinden geçmiş bu hikâyeleri anlatırken, henüz ferini kaybetmemiş gözlerini kısarak bakışlarını şaşkın yüzümüzde gezdirirdi."
Hırs, öfke, intikam, hepsi karların üzerine dizilmiş. Bildiğimiz kar işte. Yazar size bu soğuk havayı, Neval'in yürüyüşleriyle ve duygularıyla hissettiriyor. Okurken hep bir hesaplaşma arzusuyla yanmıyor, üşüdüğünüzü hissediyorsunuz.
Yazar başta bize Hasan'ın öldüğünü belirtiyor ama nasıl, ne zaman? Sürüklüyor bizi Neval ile birlikte dere tepe dağ bayır koşuyoruz. Zehir Sado lakapla kötü adam her an ensemizde: "Sen hayatının en büyük saklambacını oynuyor olabilirdin ama ben de iyi bir ebeydim ve seni bir mezarda değil, kurtların, ayıların, örümceklerin, köpeklerin ve kertenkelelerin ve yarasaların ve karakargaların bile bilmediği izbe bir kuytuda ya da kırmızı güllerin yanıp söndüğü bir cennet bahçesinde sobeleyecektim."
Romanın sonuna gelirken Neval'la ilgili sürpriz bekliyor bizi. Burada yazmak, bütün algıyı şekillendireceği için pas geçiyorum. Sürükleyici, heyecanlı dolu bir ilk roman sizi bekliyor.