Yemeğin ve onu oluşturan ürünlerin hikâyesi insanla başlar. Yani yemeğin tarihi, insanlığın da tarihidir... Bereketli bir coğrafyada yaşıyoruz.
İnsanoğlunun yerleşik hayata ilk geçtiği, ilk hayvanı evcilleştirdiği, ilk bitkiyi ehlileştirdiği bölge Mezopotamya bir parçamız. Anadolu, yüzlerce uygarlığa ev sahipliği yapmış, on binlerce yıldan bu yana her birinin mirasıyla zenginleşmiş bir mutfağımız var.
Meyve ve sebze çeşitliliği baş döndürüyor, sadece bu topraklarda yetişen endemik bitkilere sahibiz. Ve inanılmaz çeşitlilikte yemekler yapılmış. Bırakın bir bölgeyi, köyden köye geçtiğinizde pişirmesinden sunuma kadar farklılaşan mutfak kültürümüzle ne kadar övünsek az.
Mutfağımıza çok geç giren domatesin peşine düşen ABD'li William Alexander'in başlangıcı doğal olarak Güney Amerika'dan...
Alexander uzun yıllar teknoloji alanından çalıştıktan sonra yazarlığa geçmiş. New York Times ve LA Times gibi mecralarda mutfak kültürü üzerine yazılar kaleme alan bir meraklı. Her şeyden önce bir domates tutkunu.
Dünyayı Değiştiren On Domates (Timaş Yayınları) kitabıyla "egzotik bir süs bitkisi nasıl kültür tarihinin vazgeçilmezi haline geldi" sorusunun peşine düşüyor. Alexander domatesin tarihsel yolculuğunu bilgilendirici, eğlendirici bir üslupla anlatıyor.
Tarih, biyoloji, coğrafya, sosyoloji, efsaneler, söylenceler, müzeler, arşivlerden yararlanıyor.
Uzmanların görüşü eşliğinde domatesin başına gelenleri sorguluyor. Ve sağlıklı olanın, olması gerekenin peşine düşüyor.
İspanyollar, yeni dünya arayışında keşfettiği Güney Amerika'da muhteşem ve zengin Aztek kültürünü yok ederken birçok şeyi de kendi ülkelerine taşıyor. Bir geminin ambarında Avrupa'ya ulaşan domatesin dünyanın yemek kültürünü değiştirip ikonik bir hale gelişinin hikayesi işte böyle başlıyor.
Peki nasıl karşılanıyor: nefret ve tiksintiyle. ABD ise başka bir alem. Hemen aşağıdaki Meksika yerine Avrupalı yerleşimciler ve sömürgeciler yoluyla domatesle tanışıyor.
Orası da iyi karşılamıyor.
Yavaş yavaş başlayan domates sevgisi bir doktorun sağlıklı olduğunu önermesiyle çılgınlığa dönüşüyor. Hapları bile çıkıyor, rekabet başlıyor.
Devasa topraklarda üretim başlıyor, muazzam bir işkolu doğuyor.
Ardından iç savaşla konservesi daha sonra da dünyanın gözdesi ketçap doğuyor.
Ya New York'ta, "sebze mi meyve mi" diye bir ithalatçıyla gümrük memurunun tartışmasının mahkemelik olmasına ne demeli...
Yüzyıllarca bilinmesine rağmen 1600'lere kadar Avrupa'da yüz bulamayan domates, İtalya'nın güneyindeki Napoli'de bir devrime yol açar. Önce pizza sonra spagettiyle buluşur. Ve bugüne kadar geçirdiği değişimlerle günümüzün en muhteşem en tanınmış yemeği haline gelir.
Tabii ki her güzel şey gibi insanoğlu domatesi kendi haline bırakmadı. GDO devreye girip genetiğiyle oynanınca tatsıztuzsuz, saman gibi ve birbirine benzeyen ürünler ortalığı sardı. 1970'lerde atalık tohum merakıyla eskilere dönüş başladı.
Büyük bir pazar oluştu ancak maliyeti hâlâ çok yüksek.
Peki ya seralar, kışın bile domates yetiştirilmesine olanak sağlayan dev bir endüstri. Onlar domatese bir gelecek sağlayacak mı? Şimdiden Mars'a tohumlarını götürmek için hazırlık yapılıyor.
Ama bir şey var ki yazarın dediği gibi o hiç değişmeyecek: Domates bize hep gülecek....