"Sen, dülger ağa! Yarın temeli kazacak altın kazmayı hazine dairesinden alıp getirmek vazifendir." İskender Pala'nın Kapı Yayınları'ndan yeni çıkan romanı 'Aşk Hikayesi', o zaman da cami olan Ayasofya'nın önündeki meydanda Sultan 1. Ahmet'in bu cümlesiyle başlıyor. O altın kazma, dünyaca ünlü Blue Mosque, bizim bildiğimiz adıyla Sultanahmet Camisi'nin temel atması için kullanılacaktır. Blue yani mavi sıfatı, duvarlarını süsleyen İznik çinilerini sebebiyle turistler vermiştir. Cami, kıble tarafından güneşin vurduğu saatlerde ziyaret edilirse, bu ismin gayet isabetli olduğu da düşünülebilir. Tabi romanın konusu ne mavinin tonları, ne Sultanahmet Camisi... Daha ilk sayfaları okurken bir aşk kokusunu alıyorsunuz satır aralarında. Ama bu, sık aşık olup az seven günümüz insanının alamayacağı bir koku. Zira bugün 20 yıl boyunca sevdiğini arayacak, onu bekleyecek çok insan yoktur. Evet, padişahın temel atmak için altın kazmayı emanet ettiği, romanın kahramanı Bahşı, 20 yıl kaybettiği sevdiğini arar... "Dumanlı koyu mavi gözler... Ah bir bahane ile yanlarına varıp, tekrar yakından görebilseydi. Emin olmak için. En azından sesini duyarsa...
Dayanabilir miydi? Yirmi yıllık hasret... Simasını hiç unutmamıştı. Unutmamak için yirmi yılın her gecesi uyumadan evvel onu düşünmüş, uyandığı zaman yine onu düşünmüş ve böyle böyle unutmamayı başarmıştı." Yine Pala'nın aşkı tarif eden, bulanların değil ancak arayanların anlayabileceği satırlar. İnsan ayrılıklarda sevdiğinden ne zaman tamamen vazgeçmiş sayılır sahi? Sesini unutunca, kokusunu, ilk öptüğü anı, yeri, zamanı unutunca... Ya unutamıyorsa ya da unutmak istemiyorsa... Bahşı da öyle işte. Unutmayı aklından geçirmemiş, aşkı yüreğinde bir hançer gibi saklamış. Kanamış, yine de vazgeçmemiş. Kah İstanbul'da bir meydanda, kah Karadeniz dalgaları arasında, ölümcül fırtınalarda nefes aldığına kendini inandırarak, umudunu kaybetmeden sabretmek, kavuşma anını beklemek... Yazar Pala da, aşkı şöyle anlatıyor: "Aşk, kelimesinin içerisinde çok asaletli, insanı kemale erdirecek, insanın belki biraz daha yüksek standartlarda yaşamasını sağlayacak bir tarih birikimi var. Aşk dediğimiz şeyi kuru bir cinsellik gibi algılayan bu toplumun sığlığından, atalarımızın aşka yükledikleri anlam, aşkın boyutları, aşk hakkında toplumun algıları, vesaireyi onlara yeniden belki bir format yahut yeni bir yükleme yapmak, yeni bir sayfada bunları göstermek ve zihin programlarımızı buna göre yeniden gözden geçirmek gerektiğine inanıyorum. Onun için bir kara sevda hikayesi bu sene yazdığım." Romanı yazmak için Bulgaristan'a gitmiş Pala... Kaliakra'ya, oradan Balçık, Varna derken bütün sınırları kara yoluyla yolculuğu yapmış. Bu yolculuklarda Bahşı ve Kaknusia ile dolaşmış, mücadele etmiş. Kah esir tüccarlarıyla, kah azgın dalgalarla... Hep kavuşma umuduyla elbette. Ancak romanda bir cümlede takıntılı aşıklara nasihat niteliğinde: "Unutma, aşk acısı karşılık bulmazsa ölüm getiriyor, bundan sakın!"