Bereketli Hilal olarak adlandırılan Mezopotamya medeniyetlerin beşiğidir. Dünya tarihinde insana dair ne varsa ayak izleri buradadır. Verimli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yerleşimlere sahne olmuş ve birçok istilaya uğramıştır. Bilinen ilk okur-yazar toplulukların yaşadığı bölge olarak bilinen Mezopotamya Sümer, Babil, Asur, Akad ve Elam gibi en eski ve büyük medeniyetlerin doğduğu ve geliştiği yerdir.
İlk insanlıktan ilk yerleşik hayata geçişe, bitkilerin evcilleştirilmesinden ilk tarımın yapılmasına, oradan dinler, diller, ırklara uzanan çeşitlilik, zenginlik saymakla bitmez. Aynı zamanda en büyük refahın ve en büyük yıkımın, acıların yaşandığı yerde burasıdır. Dicle ve Fırat nehirleri bu bölgenin hayat damarıdır. Amazon, Kongo, Mississippi, Tuna, Nil, Ganj gibi nehirlerle karşılaştırıldığında su toplama havzası, toplanan suyun hacmi, boşalttıkları su miktarı açısından onların yanında önemli olarak görülmezler. Ancak çevre tarihçisi Faisal H. Husain, bu iki nehrin farkını bölgedeki siyasi gelişmelerde boylarından büyük oynadıkları role bağlıyor.
'Sultan'ın Nehirleri / Osmanlı İmparatorluğu'nda Dicle ve Fırat' (Timaş Yayınları) kitabıyla farklı bir bakış açısı sunan Husain, önemli bir boşluğu da dolduruyor. O boşluk kitabı bitirdiğiniz zaman anlaşılıyor. İşte, binlerce yıldır Dicle ve Fırat akıyor, insanlık orada yemiş, içmiş, yaşamış, savaşmış biri yazsa ne iyi olur değil. Bugüne dek, yazılmış, söylenmiş, efsaneler, bilgiler, belgeler, kayıtlar var ve hâlâ da ortaya çıkmaya devam ediyor. Tarihçi Faisal H. Husain bu ortamı nefis bir alıntıyla örneklendiriyor.
Edebiyat kuramcısı, öykü ve roman yazarı, ona göre lisan felsefecisi Kenneth Burke, ara vermeksizin işleyen ilim dünyasını, sonu gelmeyen karşılıklı konuşmaların sürdüğü bir odaya benzetmektedir:
"Geç geliyorsun. Vardığında diğerleri senden çok önce başlamışlar ve ateşli bir tartışmanın ortasındalar. O kadar ateşli bir tartışma ki sana tartışmanın ne hakkında olduğunu söyleyebilmek için bile ara vermiyorlar... Tartışmanın mahiyetini kavradığını anladığına karar verdiğin ana kadar dinliyorsun; ondan sonra da sen meseleye karşıyorsun. Biri sana cevap veriyor; sen ona cevap veriyorsun; biri seni müdafaa etmek için geliyor; biri senin karşındakine katılıyor, ya muhatabını sinir etmek ya da memnun etmek için, senin müttefikinin sana yaptığı yardımın niteliğine bağlı olarak... Vakit geç oluyor, ayrılmak zorundasın. ve tartışma hâlâ tam kuvvetiyle ilerlemeye devam ederken ayrılıyorsun." Yazar, bu kitapla birden fazla söylemin ya da konuşmanın gerçekleştiği bir odaya geç bir şekilde girdiğini belirtiyor ve ekliyor: Her bölüm bu söylemlerin birine bir katkı sunmaktadır.
ANİ BİR ROTA DEĞİŞİKLİĞİ
Sultan'ın Nehirleri, 1534 yılında Habsburglar'la barış anlaşması yapan Kanuni Sultan Süleyman'ın yüzünü Batı'dan Doğu'ya çevirmesiyle başlıyor. Osmanlı ve Safeviler arasında yirmi yıldır süren gerginlik had safhaya çıkmıştır. İstanbul'dan yola çıkan Sultan, İran'ın içlerine doğru kaçan Şah'ın üstüne yürümesi beklenirken aniden rotası çevirip Bağdat'a yönelir. Böylece Dicle ve Fırat, doğduğu topraklar Anadolu'dan okyanusa döküldüğü yere kadar Osmanlı'nın kontrolüne geçer.
Dicle- Fırat Havzasında tarihte nadir rastlanan bir durumla siyasal birliği sağlamayı başaran Osmanlı, bölgeyi yüzyıllarca tek merkezden yani başkent İstanbul'dan yönetti.
İki nehrin havzasının insanlık tarihi ile su tarihinin tek bir emperyal düzende birleştiğini belirten Husain, Osmanlı'nın güçlü bürokrasisi ve muazzam silah gücü sayesinde aşiretlerin direncini kırarak istikrarlı ve dayanıklı bir düzen kurduğunun altını çiziyor.
Suyun gücü ve taşıma kolaylığıyla askeri birliklerin intikali ve dolayısıyla isyanlara, çatışmalara müdahaledeki üstünlük, ayrıca lojistik ve gıda ürünlerinin taşınması, madenlerin kullanımı bu iletişim hattı sayesinde olmuştur. Bölgenin alüvyonlu topraklarında tarım yapılmış, hayvancılık da bir o kadar verimli olmuştur.
Havzanın kuzeyindeki iklimin verimli olması, aşağıda Bağdat gibi kuraklığın hakim olduğu sıcak yerlere de destek sağlamıştır. Bölgedeki halkların yaşam standardını yükselten barınma, sağlık, tarım gibi desteklerin yanı sıra ekonomik olarak da salcılık, kerestecilik, taşımacılık, nakliyecilik gibi iş kolları gelişmiştir
Coğrafi durumu ve tarihteki önemi itibarıyla Diyarbakır, Birecik, Musul, Bağdat gibi merkezler, idari, askeri ve ekonomik olarak öne çıkmıştır. Osmanlı, Batı Avrupa'da savaşa tutuştuğu zaman Doğu kanadındaki bu istikrar sayesinde gözü arkada kalmamıştır. Tarihçi Husain H. Faisal, her ne kadar Osmanlı dönemini konu alsa da, bölgenin bugünkü konumuna da kısaca değiniyor. 2013 yılında Iraklı bir sivil toplum kuruluşunun, sorunlara dikkat çekmek için geleneksel su taşıtlarından oluşan bir filoyla Dicle'den yaptığı yolculuğu örnek veriyor.
Hasankeyf'ten başlayan bu girişim, çatışmalar, savaşlarla kesiliyor, suyun akışının bozulmasıyla akamete uğruyor, bürokratik engellere takılıyor. Bağdat'ta tekneler karayoluyla taşınmak zorunda kalınıyor. "Halbuki" diyor yazar; o dönemlerde bir tek kişinin izniyle sayısız yolcu özgürce yelken açabilirdi.