Sovyet askerlerinin Polonya'yı işgal etmeye başlamasından sonra binlerce insan zorla Sibirya'ya gonderildi. Kimileri yolda kimileri de aclık veya hastalıklardan can verdi. Kamplarda kalan 200 bine yakın Polonyalı ise gemilere bindirilerek İsfahan ve Tahran'da son bulan bir goce mecbur edildi. Olümü artık kokusundan tanıyan bu insanlar, kendilerine kucak acan yepyeni bir ülkeye gelmişti.
BUZ TUTMUŞ HAYATLAR
O donemde İran halkı da kıtlık ve salgın hastalıklarla boğuşuyordu ama misafirlerini sevip benimsediler. Safran kokan şehirlerde, insanlık, yardımlaşma ve sevgi goren mültecilerin, buz tutmuş hayatlarına güneş doğmuş gibiydi. Farscayı ve halı dokumayı oğrendiler, İranlılara aşık olup onlarla evlendiler. Shahzadeh N. İgual yeni romanında, vatanlarını terk etmek zorunda kalan bir grup Polonyalının gercek yaşam hikayelerinden yola cıkıp savaşın savurduğu tüm insanların dramını şiirsel bir dille anlatıyor. Kahramanlarımız Rahel, Helena ve Sara'nın yaşadıkları, tüm sığınmacıların ezeli mücadelesi aslında. Evlerinden kovulan, esir tutulan, olüme terk edilen, oldürülen ve sürülenler... Adı Mercan mutlak aşkın ve gurbette hayata tutunmanın romanı... Tarih, tutku, aşk, vatanseverlik konularının hakkıyla kaleme alındığı, sürükleyiciliğiyle elinizden düşüremeyeceğiniz bir roman... Piyanonun başında oturan Anna'nın cehresinde hala Sibirya'nın soğuğu esiyor. Anna'nın tebessümleri siyah beyaz filmlerdeki kadar renksiz. Hicbir zaman ağacların yeşilini, okyanusların mavisini, gurup vaktinin kızılını goremediğimiz filmler gibi. Stalin'in menfur kampları misali soğuk, Sibirya buzları gibi yakıcı, Hitler'in olüm trenleri kadar sessiz. Anna'nın tebessümü, olerek Hazar'a gomülenlerin son yolculuğu kadar ecel kokuyordu. Ecel kokusu. Olmek ve toprağın üzerinde unutulmak... Anna'nın gülüşleri aslında daha 1939'da, Nazi askerlerinden kacarken, Varşova'ya bombalar yağdığı vakit olmüştü dudaklarında...