Türkçenin kalem dehâsı, edebiyatın müdâfisi Ahmet Hamdi Tanpınar, entelektüel kişiliği, akademik mazisi ve literatüre kazandırdığı eserlerle ismini mıhlamış bir yazar. Ömrü, günlüklerinde de sitemkâr bir üslûpla ifade ettiği üzere, eserleri ve çalışmalarıyla hak ettiği alâkayı görmeye vefâ etmese de, günümüzdeki kıymeti aşikâr. ''Bu defteri seviyorum. Benden sonra okunacağını düşünüyorum. Hoşuma gidiyor.
Geçen zamanım görülecek sanıyorum'' dediği günlüklerinde bu intizârını ''sükût suikastı'' olarak tanımlar; çünkü, ne cumhuriyet aydınlarının huzursuzluklarını dile getiren 'Huzur' romanının, ne yazdığı şiirlerin, ne de kaleme aldığı fikrî yazıların yeterince ilgi görmediğini, üzerine tenkit geliştirilmediğini düşünür. Her ne kadar 2007 yılında İnci Enginün ve Zeynep Kerman'ın hazırlayarak okuyucuyla buluşturduğu 'Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Baş Başa'da kimi çevrelerce hayâl kırıklığı uyandıran bir Tanpınar portresiyle karşı karşıya kalsak da, bu hayret hâlinin zaman içinde dağıldığını görmek mümkün. Usta edebiyatçının zaaflarını, zayıflıklarını, nefsi arzu ve hırslarını, yer yer sefilliğini ve zaman zaman tezatlarını görmek ilk safhada Tanpınar okuyucusunun hoşuna gitmese de, süreç içerisinde kabul edilebilir bir 'insanlık hâli' olarak görülmesi kaçınılmaz oldu.
OKURLARIN HAYAL KIRIKLIĞI
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kardeşi Kenan Tanpınar'ın bu günlüklerin istikbâlini, 25 yıl boyunca evvelâ Ahmet Hamdi'nin öğrencisi, sonrasındaysa aynı gayeleri paylaştığı yol arkadaşı Mehmet Kaplan'ın istifadesine sunması boşa değil. Edebiyat tarihçisi, tenkitçi ve yazar Kaplan, böylesi bir sukûtuhayâli öngörmüş olacak ki, Tanpınar hakkında kaleme aldığı ve "İnsan ve hayat son derece karışık ve en büyük filozof ve âlimlerin sırlarını çözemediği karanlık muammalarla doludur" şeklinde bir nazariyede bulunduğu yazısında, yazarın şahsî hayatına atıfta bulunduğunu düşünüyorum.
Tüm bu hadiselerden uzaklaşacak olursak "Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpâre geniş bir ânın / Parçalanmaz akışında" dizelerinin sahibi büyük şair ve yazar Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kalemiyle kucakladığı edebiyatta, tartışılmaz bir üstünlüğü olduğu açık. Osmanlı'nın son dönemlerine doğru 1901'de doğan yazar, 61 yıllık hayatına meşgul olduğu meselelerle türlü anlamlar kattı. Nâip ve kadılık vazifelerinde bulunan babası sebebiyle çeşitli yerlerde ikâmet eden Tanpınar'ın eğitim hayatı Ergani Madeni, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Siirt Katolik Dominiken misyonerlerinin özel okulunda, Kerkük, Vefa ve Antalya liselerinde geçti. Yıllar sonra kaleme aldığı ''Antalyalı Genç Kıza Mektup'' metninde gençlik yıllarını anlatırken verdiği bu bilgi çok hoştur:
"Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi tasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım. Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum." Sanat anlayışının bir bildirisi niteliği taşıyan bu mektup, kalemindeki estetiğe ve düzyazıdaki şiirsel ifadesine de iyi bir örnek.