Cumhuriyetimizin 100'üncü yılına sayılı günler kaldı.
Bulunduğumuz coğrafyada bir asırı devirmek, bizim için büyük bir kazanç ve övünçtür.
Kafkaslar'da, Karadeniz havzasında, Balkanlar'da, Ortadoğu'da bitmeyen gerilimler ve savaşların tam ortasındayız.
Bir süredir Filistin-İsrail savaşında artık sivilleri de kapsayan büyük bir yıkım ve acıyla sarsılıyoruz.
Osmanlı; Kırım'dan Filistin'e, Azerbaycan'dan Sırbistan'a kadar uçsuz bucaksız toprakları asırlarca yönetti.
Bu toprakların merhameti, hoşgörüsü, adaleti, yüzyıllarca hatta binlerce yıldır süregelmiştir, onlarca kavim gelip geçmiş her birinden bir şeyler kalmıştır, bu bizim mirasımızdır.
İnsanlık ve tarih bize bu görevi vermiştir, bundan kaçamayız.
Tam da bu yüzden olan bitenlere kayıtsız kalamıyoruz.
1912'de başlayan Balkan Savaşı, ardından patlak veren Birinci Dünya Savaşı, 600 yıl hüküm süren Osmanlı'nın işgal edilmesi, Kurtuluş Savaşı derken 10 yıl süren kesintisiz mücadelelerin sonucu Cumhuriyet kuruldu.
Yönetimiyle, yasalarıyla, ekonomisiyle, imarıyla, eğitimiyle, yeni bir dünya kuruluyordu. Biz de bir şekilde kendi deneyimlerimiz, geleneklerimizle o dünyanın bir parçası olduk, olmaya devam ediyoruz.
Tohumları Osmanlı döneminde atılmış reformlar, atılımlar üstüne konarak perçinlendi. İyi yetişmiş bürokratik kadrolar, doktorlar, mühendisler, donanımlı askeri sınıf, yüzyılların mirası devlet geleneği içinde Cumhuriyet'le buluştu.
Siyasette iniş çıkışlar oldu, demokratik süreç darbelerle kesintiye uğradı.
Büyük kavgalar, acılar yaşandı ancak her zaman halkın dediği oldu.
Bu coğrafyada, böylesi tecrübe ve aklıselim yabana atılır bir şey değildir.
Anadolu'nun bereketli toprakları yedirdi, içirdi, sarıp sarmaladı.
Doğal afetlerle sarsıldık, acı hem de çok büyük acılar yaşadık.
Oradan oraya savrulduğumuz "her şey bitti artık" dediğimiz noktada görünmez bir el tutup ayağa kaldırdı.
Geleneğimiz, göreneğimiz, kuşaktan kuşağa aktarılan deneyimlerle kültürümüz değerli sanatçılarla zenginleşti.
Sanatçılar, bilim adamları, eğitmenler bu izi takip ederek memleketin kültürüne bir harç koydu.
Daha onlarca isim, görünmez kahraman tıptan kimyaya, mühendislikten bilgisayara, şiirden romana, müzikten tiyatroya, baleden türkülere, sinemadan tarihe, sosyolojiye, arkeolojiye nice alanlarda yüzyıldır olduğu gibi çalışıyor, üretiyor.
Prof. Aziz Sancar bilim alanında, Orhan Pamuk edebiyatta dünyanın en saygın ödüllerinden Nobel'e layık görüldü.
Asıl konuya gelene kadar bunca sözü etmemim nedeni Prof. Kemal. H. Karpat'a adanan bir kitaptır.
Cumhuriyet'in ilk yüzyılına damga vuran isimlerden biri olan Karpat, 1923 doğumluydu. Cumhuriyet'le yaşıt hocamız ne yazık ki bugünleri göremeden 4 yıl önce aramızdan ayrıldı. Türk sosyal bilimler ve tarihçilik alanının önde gelen isimlerinden Prof. Karpat, akademik ve entelektüel birikimiyle önce Batı'ya ve sonra bize çalışmaları, kitapları, konferanslarıyla yol göstermiştir.
Timaş Yayınları, yüzyıla yakışan değerli ve kalıcı bir miras olarak gördüğüm bir çalışmaya öncülük ediyor.
'Kemal H. Karpat 100 Yaşında' adıyla sunulan kitabın üst başlığı da hocanın kariyerini özetliyor; Cumhuriyet'in İlk Yüzyılı/ Siyaset-Toplum-Uluslararası İlişkiler-Kültür.
Romanya'nın Dobruca bölgesindeki Osmanlı şehri Babadağı doğumlu Karpat, Türkiye'deki üniversite eğitiminden sonra 1950'lilerde ABD'ye giderek akademik kariyerini inşa etmiştir. Babadağı'nda azınlık, Türkiye'de muhacir, ABD'de göçmendi. Bu durumun ona büyük bir zenginlik ve gözlem gücü kattığı kesindir.
KIRILMA NOKTALARI ÖNEMLİ
22 makaleden oluşan Karpat'ın kaleminden Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk yüzyılı, Hoca'nın uzun yıllar öğrencisi ve bazı projelerinde yardımcısı olan akademisyen Kaan Durukan yayına hazırlamış. Her bir makale titizlikle seçilmiş. Türkiye'nin yüzyıl boyunca kırılma noktalarına, önemli duraklarına temas ederek, durum değerlendirmesi, analizlerin sonunda sonuç ve geleceğe dönük saptamalar yapılıyor. Türkiye'nin modernleşme süreci, Türk siyaseti, CHP, sol, darbeler, ordunun durumu, Türk edebiyatı, Türkçe'nin serüveni, gecekondulaşma ve göç, Balkanlar ve müslüman azınlık, Orta Asya, Türk-Sovyet ilişkileri, bugünkü ideoloji durumları... Karpat'ı yalnızca bir tarihçi olarak nitelemenin yetersiz olacağını belirten Durukan'ın saptaması çok yerindedir:
Konuları, kaynakları, yaklaşımları itibarıyla Türk Demokrasi Tarihi'nde siyaset bilimci, Çağdaş Türk Edebiyatı'nda Sosyal Konular'da edebiyat araştırmacısı, Gecekondu'da sosyolog, İslam'ın siyasallaşmasında tarihçi idi. ...Ve uluslararası ilişkilerde de ciddi bir mesai harcadığının altını çizmek gerekir.
YAŞANAN EN BÜYÜK SORUN GÖÇ
Karpat Hoca'nın en büyük meselesi Batı'nın Osmanlı'ya ve dolayısıyla Türkiye'ye bakışındaki görmezden gelme, tarihi olaylardan dışlanmasıdır. O da Halil İnalcık gibi bu konuda çok çaba harcamıştır. Bugün artık Avrupa tarihi yazılırken Osmanlı ve Türkiye'nın önemi de vurgulanmaktadır.
Prof. Karpat, Türkiye'nin en büyük sorunlarından göç ve gecekondulaşmaya çok erken bir tarihte el atmış yazdığı kitabı neredeyse 30 yıl sonra çevrilebilmiştir. 1950'lerden başlayıp ekonomik ve terör olaylarıyla büyük kentlere başlayan akın, 70'ler 80'lere damga vurmuş ve artık kontrol edilemez bir hale bürünmüştür.
Kitabın editörü Kaan Durukan, Karpat'ın öngörüsünü şöyle yorumlamaktadır:
Karpat, Latin Amerika'daki favela'ların, Kuzey Afrika'daki bidonville'lerin ve Türkiye'deki gecekonduların (ya da Asya, Afrika ve Güney Amerika'da farklı isimli benzer barınma biçimlerinin, yaşam şekillerinin) esasen 2. Dünya Savaşı'ndan sonra çok daha görünür olan sosyal gerçeklerin değişik çehreleri olduğunun farkındaydı. Bu sebeple, bu bölümde sosyoloji, antropoloji, siyaset bilimi veya kent çalışmaları gibi çeşitli disiplinlerden alıntılar yaparak tüm bu coğrafyalarla ilgili literatürün kapsamlı bir incelemesini sundu.
Türk Edebiyatı'nda özellikle 3 Kemaller olarak adlandırdığı; Yaşar Kemal, Kemal Tahir ve Orhan Kemal'i karşılaştırmalı olarak ele alındığı makalesinin de altını çizmek gerekiyor. Hoca bu alanda da farklı bir bakış açısı sunmaktadır.
Kemal H. Karpat'ın kitabının önümüzdeki bir yıl boyunca sürecek Cumhuriyet'in 100. yılına işaret fişeği olmasını diliyorum.
Kendisi gibi yaşasaydı 100 yaşında olacak Yaşar Kemal ve edebiyatımızın dev ismi Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirde Nazım Hikmet, Yahya Kemal, Necip Fazıl, tarihte, Halil İnalcık, İlber Ortaylı, müzik, sinema, tiyatro, matematik, fizik, biyoloji, tıp, mimarlık, ilahiyat gibi sayısız nice alandaki değerli isimlere böyle bir çalışma çok yakışacaktır. Dileğimiz odur ki; Cumhuriyet'imiz nice 100 yıllara erişsin..
KARPAT DİYOR Kİ...
Osmanlı tarihi, tarihi araştırmaların üvey evladıdır.
Kuruluşundan çöküşüne kadar Osmanlı devleti, çevresinde bulunan büyük güçlerle devamlı ilişkiler kurarak, gereğinde anlaşarak, gereğinde çarpışarak altı yüzyıl varlığını sürdüregelmiştir. Bizans Devleti'nin varisi olarak kendisini Roma Kilisesi'nin karşısında bulmuş ve bu kilisenin siyasi gücünü kaybetmesinde çok etkili olmuştur. Başka bir deyişle Avrupa'da milli devletlerin ortayı çıkışını kolaylaştırmıştır.
Osmanlı devleti, neredeyse başlangıcından sonuna kadar kendine mahsus sosyal, ekonomik ve siyasi organizasyon modelleri geliştirmiş ve Avrupa tarihiyle yakından ilişki içinde evrilmiştir. Aslında Osmanlı tarihi, Orta ve Batı Avrupa'daki olayların gidişatından etkilendiği gibi, onları etkilemiştir de; öte yandan Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve düşüşü, büyük ölçüde Avrupa tarihin gidişatını belirleyen benzer ekonomik ve sosyal güçlerin eseridir.
Osmanlı Devleti, Ortaçağ ve modern zamanlarda üç tek tanrılı dini birden (İslâm, Hıristiyanlık ve Yahudilik) resmen tanıyan etnik ve dilsel alt gruplarıyla birlikte uyumlu bir şekilde bir arada yaşamalarını güvence altına alan tek siyasi organizasyondur. Osmanlı idaresinde şu ya da bu zamanda yaşamış etnik veya dilsel grupların sayısı altmışın üzerindedir.
Bu çok etnili ve çok dinli Osmanlı Devleti, bir sosyo-etnik denge vasıtasıyla iç tutarlılığını kurmayı başarmıştır; bu dengenin uzun ömürlülüğü ise devlet veya yönetim düzeyinde milli bir ideolojinin olmayışından güç almıştır.
Şurası açıktır ki, Osmanlı tarihi haksız yere bir ihmale mahkum edilmiştir.
Modern çağda bile Avrupa'nın Türkler ve Osmanlı Devleti imajı aynı Ortaçağ kavramlarından beslenmeye devam etmiştir; bu kavramlar Haçlı seferini meşrulaştırmış, gerçekte ekonomik ve kültürel emperyalizm çağında işe yaramıştır.
Osmanlı'dan kopan ülkelerin tarihçilerin önyargılı yaklaşımıyla Osmanlı her kusurun yüklendiği bir günah keçisi haline getirilmiştir.
Osmanlı şiiri, edebiyatı, müziği, dekoratif sanatları, minyatürü, mimarisi, şehir planlamacılığı ve yüksek kalitedeki diğer çeşitli sanat faaliyetleri, özündeki değere rağmen dünya tarafından büyük ölçüde bilinmeden kalmış durumdadır.