Bizim için tarifsiz önemi olan bir yıldı 2023... Başta deprem felaketi olmak üzere elbette çok büyük acılar yaşadık, yaşıyoruz. Gene de sevincimiz, gururumuz sonsuz çünkü ülkemizin, 100. kuruluş yıldönümünü kutluyoruz bir yandan da. O yüzden 29 Ekim'e sayılı günler kalmışken yakın tarihimize bakmak, bu özel günün anlam ve önemini hatırlatan edebiyat yapıtlarına ve yazarlarına kısaca bir göz atmak istedik.
"ASIL SAHNE"Yİ ANLATAN BİRKAÇ ROMAN
Birkaç yazar ve roman daha ekleyelim bitirirken... "Memleketi karış karış müdafaa için asker olmak lazım değildir. Benim bildiğim, bir memleket düşman tarafından tecavüze uğrayınca eli silah tutan herkes ayağa kalkmalıdır," diyen Mehmet Rauf'u ve son romanı 'Halas'ı unutmamak gerek. (Halas kelimesi, "kurtuluş" anlamına geliyor.) Mehmet Rauf eserinde, aralarında Halide Edib'in de bulunduğu birkaç arkadaşıyla beraber savaş sonrası çıktığı İzmir yolculuğunda tanıklık ettiği olayları anlatıyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar ve görece daha az okunmuş ve hakkında daha az yazılmış romanı 'Sahnenin Dışındakiler'i de listemize alalım. Mütareke ve Milli Mücadele yıllarının da anlatıldığı 'Sahnenin Dışındakiler', iç içe geçmiş birçok hikâyeyi eksiksiz bir dönem panoraması halinde anlatıyor. Kitabın adı, karakterlerden İhsan'ın bir sözünden geliyor: "Orada, Anadolu'da mücadele var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek! Asıl sahne orası. Biz burada maalesef sadece seyirciyiz. Sahnenin dışındayız," diyor.
Elbette Hasan İzzettin Dinamo ve Kurtuluş Savaşı'nın gerçek hikâyesini romanlaştırdığı sekiz ciltlik eseri Kutsal İsyan da unutulmazlardan. Dinamo bu eserinde Milli Mücadele'yi onu önceleyen olaylardan başlayarak kronolojik ve edebi bir öyküleme tekniğiyle anlatıyor.
CUMHURİYET'E YAŞIT BİR ROMAN: ATEŞTEN GÖMLEK
İlk akla gelen yazarımız hiç kuşkusuz Halide Edib Adıvar. Sadece büyük bir entelektüel ve cesur bir edebiyatçı değildi Halide Edib, at üstünde Anadolu'yu bir uçtan bir uca kat edecek kadar kararlı bir Kuvâ-yi Milliye'ci, hitabet gücü sayesinde yüzbinleri meydanlarda coşturacak kadar karizmatik bir kanaat önderi ve Sultanahmet Mitingi'nin unutulmaz konuşmacısıydı.
Aynı zamanda bu özellikleriyle başka büyük edebiyatçıların eserlerine, hatta ünlü Yıldız Savaşları serisinin Amerikalı yönetmeni George Lucas'ın bir filmine bile konu olmuştu. (Ama bunu daha önce yazmıştım ve zaten bugünkü konumuz kesinlikle değil.) Halide Edib'in çocukluk ve gençlik günlerini 'Mor Salkımlı Ev' adlı kitabında okumuştuk. Hatıratının ikinci cildi olan 'Türk'ün Ateşle İmtihanı'nda ise hayatının 1918'den 1923 sonlarına kadar olan dönemini anlattı.
Neler yoktu ki bu anılarda... İngilizlerin 1918'de İstanbul'u işgali, Saray'ın etkisiz hale gelmesi, gazetelerin halkın haber almasının engellenmesi amacıyla İngilizlerce satın alınması, meclisin kapatılması, İstanbul ve Anadolu'da genç subayların bu duruma karşı harekete geçmesi, Halide Edib'in isyancılarla iş birliği yaparak vatan müdafaasının ön saflarında yer alması, Yunanların 1919'da İzmir'i işgali, Anadolu'daki birçok direnişçinin İngilizlerce idam edilmesi, Mustafa Kemal'in padişahın desteğini alarak Samsun'a çıkarma yapması, Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, meclisin yeniden açılması..
'Türk'ün Ateşle İmtihanı' 1920'lerin sonunda İngilizce yazılmış ve çok sonraları, 1950'lerde yazarı ve Vedat Günyol tarafından Türkçeye çevrilmişti. Günyol'un anlattığına göre, özellikle savaş sahnelerinin çevirileri esnasında Halide Edib kalemini elinden bırakıp uzun uzadıya ağlarmış.
Fakat bizim bugünkü konumuz Halide Edib'in aynı dönemi anlattığı romanı 'Ateşten Gömlek'. Tam da Cumhuriyet'in ilanına denk düşen günlerde kaleme alınmış bir eser bu, o yüzden Kurtuluş Savaşı'mızın da, Cumhuriyet'imizin de ilk romanı aslında. Selim İleri, "Güzel ve önemli Kurtuluş Savaşı romanlarının birçoğunu bugün de tutkuyla okuyabiliriz ama bunların pek azı Halide Edib'in 'Ateşten Gömlek'i ölçüsünde 'içten' tanıktır. Handan'da aşkı ve kadın özgürlüğünü sayıklamalarla dile getirmiş romancı, 'Ateşten Gömlek'te de bir toplumun, bir ulusun yeniden varoluş mücadelesini aynı şiddetle, aynı buhranla, adeta nöbetler içinde söylüyor," diye yazmıştır bu romana dair.
EMPERYALİZM HAYRANI ÇEVRELERİ ANLATAN ROMAN: SODOM VE GOMORE
İkinci yazarımız, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, onun külliyatından seçtiğimiz yapıtsa 'Sodom ve Gomore.' İşgal yıllarının İstanbul'unda geçen ve işgale karşı oluşan bir kinin, "isyanla mayalanan bir ruhun" romanı olan 'Sodom ve Gomore', mütareke döneminin içten içe çürüyen çevrelerini, Batı hayranı Türkler'i, düşman subaylarıyla aşk serüvenleri yaşamak için çırpınan Türk kızlarını, alafrangalığa özenen züppeleri, çıkarlarını emperyalist İtilaf Devletleri'nin zaferine bağlamış burjuvaziyi, çöküşü ve kokuşmuşluğu gösteren geniş bir panorama sunuyor okurlara.
Yazılış hikâyesini de anlatalım: Mütareke döneminin başlarında Yakup Kadri İstanbul'da değilmiş. Birkaç yıldır İsviçre'deki bir sanatoryumda tedavi oluyor, ülkesinde olanları da yabancı gazetelerden okuyormuş. Döndüğünde anlatılanların çok ötesinde bir yıkıntı bulmuş karşısında. Arkadaşlarının İstanbul'dan sürüldüğünü, kalanlardan bir kısmınınsa işgal kuvvetleriyle yakın ilişkiler içinde olmaya çalıştığını görmüş. Bir yandan da Anadolu diriliyor, içinden yepyeni ve güçlü bir millet doğuyormuş.
NAMUSLULARLA NAMUSSUZLARIN ROMANI: ESİR ŞEHRİN İNSANLARI
Üçüncü yazarımız Kemal Tahir ve dev yapıtı 'Esir Şehrin İnsanları'... Yazarın "Esir Şehir Üçlemesi"nin ilk cildi olan ve işgal altındaki İstanbul'u ve hem bir kesimin dayanılmaz yozlaşmışlığını hem de karşındaki asil direnişi anlatan bu roman, 1952 yılında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilmiş. Kitap olarak basılması birkaç yıl sonraya denk geliyor. Kemal Tahir şöyle demiş eserinin arka planından bahsederken:
"Çöküntü devrinde iki insan tipi ortaya çıkıyor: Namussuzlarla namuslular... Hele önce vatandaş sonra insan olunması gereken dehşetli sıralarda felaketle alçaklığın boğuşması kadar korkunç muharebe yoktur. Muharebede düşman karşıdadır, üniformalıdır. Az da olsa, çok da olsa bir zaman sonra önemi kalmaz. Kaçarsın, kovalarsın; anında ölenler, yaralananlar olur. Gene de hep ileriye bakmanın bir rahatlığı vardır. Oysa esir bir şehirde, dost kim, düşman kim, bilinmez!"
KAHRAMANI HALK OLAN BİR ROMAN: KÜÇÜK AĞA
Dördüncü yazarımız Tarık Buğra, ondan seçtiğimiz romanda hiç kuşkusuz edebiyatımızın en değerli romanlarından biri olan 'Küçük Ağa'. Tarık Buğra, yapıtını 'Nutuk'tan, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir'in hatıralarından, çeşitli dergi ve gazete koleksiyonlarından ve bizzat babası Mehmet Nazım Bey'den kalma üç küçük defterden yola çıkarak şekillendirmiş. Böylece ortaya ilk kez geleceği için karar vermeye çalışan bir halkın "kahramanı" olduğu bir roman çıkmış. Yazara bırakalım sözü: "Ölümün eşiğine gelen memleketi ancak ve ancak Anadolu hareketi kurtarabilirdi. Bu hareket memleketin yüreğinden gelen bir hareketti. Tıpkı hücuma uğrayan bir adamın kendini korumak ve kurtarmak için yaptığı işti. Buna karşı aynı iddiayı taşıyan hareketler, niyetleri ne kadar iyi olursa olsun, memleketin elini kolunu tutmaktan başka bir işe yaramıyordu, yaramayacaktı da."
BÜYÜK BİR DİRENİŞİN ÖYKÜSÜ: ALLAHIN SÜNGÜLERİ
Seçtiğimiz beşinci yazar, Attila İlhan, eseri de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla birlikte düzenli ordunun kurulmasını ve Kurtuluş Savaşı mücadelesini ele alan Allahın Süngüleri: Reis Paşa.
Yıl 1920... "Reis Paşa" artık Anadolu'ya geçmiş, milletvekilleri Ankara'ya toplanmakta... Yurdun dört bir yanında direnişin ateşi harlanmış. Ama kışkırtmaların, ayaklanmaların ardı arkası kesilmiyor. Ortalık toz duman.
"Etten kemikten" insan resimleri çizen, tarih kitaplarında kuru kuru anlatılagelmiş bazı karakterleri adeta canlandıran, hayat veren 'Allahın Süngüleri', büyük bir direnişin öyküsü. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Çerkes Ethem, Halide Edib, Yunus Nadi, Makbule Hanım, Zübeyde Hanım, Fikriye Hanım ve daha birçokları da anlatılan karakterler arasında. Soğuk Ankara tepelerinde, İstanbul'un zengin konaklarında, direnişçilerle tıklım tıklım dolu trenlerde ya da meclise giden tozlu yollarda nefes alıyor her biri...