Edebiyat klasiklerini her şeyden önce çok iyi yazıldıkları için okuyoruz. Burada geçen "çok iyi" ifadesinin kulağa fazlasıyla öznel geldiğinin farkındayım. Amacım, yazıldıkları dönemde başarılı olsalar bile şimşek hızıyla gelip geçenleri, unutulanları kastetmediğimizi vurgulamak. Konumuz, onları biricik kılan özellikleri nedeniyle günümüze ulaşabilen hatta aradan geçen yüzlerce yıla rağmen hala çok ama çok satmaya devam eden romanlar. J.D. Salinger'ın Çavdar Tarlasında Çocuklar'ı (Yapı Kredi Yayınları) ya da Gabriel García Márquez'in Yüzyıllık Yalnızlık'ı (Can Yayınları) gibi... Hatırlayalım; Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı (Yapı Kredi Yayınları) gladyatör dövüşü misali savaşların yaşandığı çok satanlar aleminde bütün rakiplerine fark atarak bir yayıncılık fenomenine dönüşmüş, son yirmi yılın en çok okunan kitabı olmuştu. Daha şaşırtıcı olansa Mevlana'nın onlarca yayınevinin basmaya devam ettiği Mesnevi'si. Mevlana'nın bu coğrafyada her zaman okuyucusu oldu elbette ama Batı'da, bilhassa Amerika'da karşılaştığı olağanüstü ilgi bir hakikatin ifadesi olarak duruyor karşımızda: Klasikler ölmez. Klasikleri okumamızın başlıca nedenlerinden biri, bu yapıtların okuyucuları çok farklı zaman dilimlerine ve kültürlere götürebilme güçleri. Onlar aracılığıyla geçmiş uygarlıkları şekillendiren gelenekler, inançlar, fikirler ve idealler hakkında derin bir kavrayış kazanıyoruz. Homeros'un Odysseia'sını (İş Kültür Yayınları), Shakespeare'in Hamlet'ini (İş Kültür Yayınları), Miguel de Cervantes'in Don Quijote'sini (Alfa Kitap), Herman Melville'in Moby Dick'ini (İş Kültür Yayınları), Edmond Rostand'ın Cyrano De Bergerac'ını (Remzi Kitabevi) ya da Halit Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu'sunu (Turkuvaz Kitap) okurken yazıldıkları çağların olaylarına, değerlerine, ilişkilerine bakıyor, sırf o toplumların değil, insanlığın kolektif tarihiyle bağ kuruyoruz. Dahası bakış açımız genişliyor, insan doğasının zengin dokusuna bir kez daha hayran kalıyoruz.
İÇ GÖZLEM VE KEŞİF DUYGUSU
Roman karakterleri ve onların verdiği hayat mücadelesi, şahsi deneyimlerimizi yansıtan birer ayna aslında. Boğuştuğumuz karmaşık duygulara ve ikilemlere romanlar sayesinde daha sakin bir gözle bakabiliyor ve anlıyoruz. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza (Turkuvaz Kitap) romanındaki Raskolnikov'un ya da Flaubert'in Madam Bovary'sindeki (İletişim Yayınları) Emma'nın ahlaki ikilemleri, ister istemez suçun ve bedel ödemenin doğası üzerine düşünmemizi sağlıyor, bize hatalarımıza ve kabahatlerimize dair olağanüstü bir iç gözlem ve keşif imkanı sunuyor. Klasik romanların en önemli özelliklerinden biri empati duygumuzu, merhamet kabiliyetimizi geliştirmeleri. Daniel Defoe'nun Robinson Crusoe'sundaki (Turkuvaz Kitap) deneyimsiz ve kibirli genç adamın ıssız bir adada koca bir ömür geçirişini okurken biz de onunla birlikte büyüyüp olgunlaşıyoruz. Yahut Charlotte Brontë'nin Jane Eyre, F. Scott Fitgerald'ın Muhteşem Gatsby, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi'nin Amak'ı Hayal (Turkuvaz Kitap) ve Reşat Nuri Güntekin'in Acımak (İnkılap Kitabevi) romanlarındaki karakterlerin mücadeleleriyle zaferleri, kendimizi onların yerine koymamızı sağlıyor. Bu deneyim sayesinde daha geniş ve kapsayıcı bir dünya görüşü kazanırken önyargılarımızdan usulca, bir bir arındığımızı hissediyoruz. En önemlisi dil. Klasik romanlarda, eşsiz bir üslup zenginliği olanca heybetiyle dikiliyor karşımızda. Çok çeşitli yazı stilleri ve dil teknikleri arasında kendimizi hazine bulmuş gibi hissediyoruz ve günümüzde hiç kullanılmayan, unutulmaya yüz tutmuş birçok şahane kelime o sayede yeniden hayatımızın parçası haline geliyor. Çeviri bu yazının konusu değil ama Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Mehmet Rauf'a, çağdaş klasikler arasında sayabileceğimiz Oğuz Atay'dan Leyla Erbil'e büyük edebiyatçıların yapıtları muazzam bir dil deryası. Son sözü "Klasikleri Neden Okumalı" başlıklı harikulade denemenin yazarı Italo Calvino'ya vereyim: "Klasikler, insanların, hiçbir zaman 'Okuyorum' demedikleri, genellikle 'Yeniden okuyorum' dedikleri kitaplardır." O halde okumaya ve yeniden okumaya devam...