"İçeri adım attığınızda düzeniyle insanı şaşkına çevirecek kadar yüksek raflarda sağlı sollu sıralanmış eski el yazmaları, rafların olmadığı taraflarda duvarları kaplayan birkaç Osmanlıca harita ve kırmızı beyaz bir sancak, gizemli minyatür üstadı Siyah Kalem'in cinlerinden birinin büyük bir reprodüksiyonu, her biri nadide hat levhaları ve giriş bölümündeki eski sehpa ve masanın üzerinde duran ibresi bozulmuş bir pusula, R. Magritte'nin ünlü pipo ve elma resminin güzel bir taklidi, biraz ileride ve yerde bulunan efemera malzemeleri, eski kırkbeşlik taş plaklar, çeşitli eşya ve nesnelerle tıka basa dolu olan sahafta, dışarıdan bakılınca görünmesi mümkün olmayan arka bölümde, neredeyse bir kan gölünün içinde bembeyaz gömleği ve ütülü lacivert pantalonu, pahalı rugan ayakkabısı ile sanki zarifçe yere uzanmış bir adam karanlıklar içinde yatıyordu."
Kitabın girişine bakar mısınız. Noktasız hepsi bir cümle ama ne cümle... Hızla çevre tasviri, birbirinden ince ayrıntılar, çarpıcı bilgiler, sonra olacakların habercisi ilk ipuçları. Bu neymiş böyle derken; yerde bir adam upuzun yatıyor. Ve macera başlıyor.
Akademisyen Prof. Dr. Turgay Anar, uzmanlık alanı olan Türk edebiyatında deyim yerindeyse arkeolog gibi kazı çalışmaları yapıyor. Bir anıt isim Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanını Okuma Kılavuzu- Huzur Atlası, Mekandan Taşan Edebiyat- Yeni Türk Edebiyatında Edebiyat Mahfilleri, Hafıza ve Miras-Fatih'in Edebiyat Durakları, Akif'in Şehirleri- İstanbul Avrupa Yakası, Janus'un Yüzü-Türk Edebiyatında Kanon ve Karşı-Kanon, İkinci Yeni şiirine farklı bir yönden baktığı Sonsuzluğun Yüzleri... Birçok makale, deneme, araştırma, söyleşi, televizyon programlarının arasına bir de polisiye kitabı eklemesi de cabası...
İyi ki bu kararı vermiş, Körgörü kitabı "İyi polisiye, iyi edebiyattır" sözüne damgasını vuran harika bir çalışma olmuş.
Edebiyatla, tarihle yoğrulan bu birikimin polisiyeyle buluşması bizim gibiler için bayramdan farksız...
Yerde yatan adam Siyah Kalem adındaki Sahaf'ın sahibi Hamdi Bey, yardımcısı tarih doktorası yapan hiçbir işte tutturamayan aklı bir karış havada İrfan onun çizgi film hastası arkadaşı Çiko, Feylekûs diye çağrılan ve kaza geçirince adı Sakankur'a dönüşen kedileri, İstanbul Üniversitesi'nin profesörleri, çay ocağı işleten Abdullah Usta bir yanda diğer yanda İstanbul Emniyeti'nin adamları. Babacan ve feleğin çemberinden geçmiş müdür Nejat, kahramanımız genç komiser Kerem, polis içindeki FETÖ'yü çağrıştıran yapılanmanın adamları Zehra ve diğerleri...
İSTANBUL'UN EN KIYMETLİSİ FATİH
Maktülün yüzünün kazılıp ve bazı yerlerinin oyulması kimlere mesajdır? Ve nefes kesen bir takiple İstanbul'dan Tahran'a uzanan bir yazmanın peşinde yüzyıllardır süren kanlı bir kovalamaca başlıyor. 14 ve 15. Yüzyıllarda İran, Azerbaycan ve Türkiye topraklarında etkin olan Hurufiler'in günümüzdeki müritleri dünyayı ele geçirme planları yapıyor. Tarikatın kurucusu Fazlullah'ın öğretisiyle harflere sayıların kutsallığına inananlar, esrarın peşinde ellerini kana bulamaktan çekinmiyor. Dünyanın birçok yerinde kurumlara, devlete sızılması da yakın tarihte yaşadığımız acı tecrübeyi anımsatıyor.
İçiçe geçmiş iki rüyanın anlatıldığı bölüm ile mezarlıktaki komik ve bir o kadar da ürkütücü sahnelerin anlatıldığı bölümlerdeki anlatımlar tam bir okuma şöleni...
Ya mekâna ne demeli, yedi tepeli İstanbul'un en kıymetlisi Fatih... Her daim şaşırtan, bilge, mütevazı, tarihin sırlarıyla dolu, hayatın yükünü küfesinde şikayet etmeden taşıyan insanlarıyla bir derya... Çocukluğumuzun, ilk gençliğimizin kadim semti, şimdinin devasa ilçesi... Bir sokağı dönersiniz bambaşka bir dünyaya girersiniz. Dimdik yokuşlardan denize varırsınız. Bir cami avlusunda asırlık ağacın altında, sonsuz uykusundakilerin mezar taşlarına bakıp, suyunuzu yudumlarsınız.
Pazardan dolu fileleriyle dönen kadınların sohbeti, beri yanda top oynayan çocukların cıvıltısı, göçlerle değişen semtlerde yöresel yemekler yapan dükkanlar, kiliselerin, ecdat yadigarı camilerin etrafında turist kafileleri... Kaçınılmaz olarak hayat akıp gider, gidenlerin yerine yenileri gelir; sokaklar ve ruh oradadır. Değişmez, değişmesin de...
Turgay Anar, izinden gittiği çok sevdiği İstanbul aşığı Ahmet Hamdi Tanpınar gibi bu kadim semti arka fonda adeta bir kişi gibi anlatıyor. Örneğin; "Sanki Yedim Camisi'nde akşam namazların kılmış cemaatin" diye başlayan cümlede caminin ismine gülümseyip merak edilmemesi mümkün mü? Ve daha niceleri...
Ve Körgörü başladığı gibi finalde de tempoyu artırıyor. Sadece üst düzey emniyet yetkililerinin bildiği Kült adlı birimden komiser Kerem, titiz, içine kapanık, araştırmacı, dil bilen, çok okuyan, görsel hafızası müthiş biri olarak öne çıkıyor ve kitabın da kahramanı. Genç komiser aynı zamanda herkesin diş bilediği biri isim. Basamakları bu kadar hızlı çıkması teşkilatta rahatsızlık yaratmış ama o kendi dünyasında hedefe yürümeye kararlı.
Bir anda Sherlock Holmes'a dönüşen Kerem komiser, binlerce kitaptaki şifrelerden haritadaki işaretlere, oradan da İstanbul'un tarihi mezarlarına uzanan karmaşık ve gizemli 10 mesaja ulaşıyor. Mesih'i bekleyenler tek tek ele geçiyor... 11. mesaj da bizden Turgay Hoca'ya olsun: Ağzımıza bir parmak bal çaldınız, devamını dört gözle bekliyoruz.