Geçenlerde Ari Aster'in ödüllere boğulan filmi 'Midsommar'ı seyrediyordum. Korku türündeki hikaye bir yerlerden tanıdıktı. Önce zorlandım ama sonra hatırladım: Ayrıntılardaki ufak tefek değişiklikleri saymazsak, Thomas Tryon'un Amerikan kırsalında geçen 'Hasat Mevsimi' romanının İsveç kırsalına uyarlanmış haliydi. 'Hasat Mevsimi' değil ama Tryon'un 'Ötek'i romanı kısa bir süre önce dilimize çevrildi. Usta edebiyatçı Anthony Burgess'ın bile hayran olduğu roman, yaz sıcaklarında iyi bir seçim olabilir. Tabii korku türünü seviyorsanız... Kendisi de çağdaş korku romanları yazan Grady Hendrix'e göre, "Lovecraft, Bradbury, Stephen King ve Tryon aynı New England manzarasına baktılar ve zalim toprağa yayılan o ince uygarlık tabakasının altında tehlikeli, kanlı ve kadim bir şeyin izlerini gördüler." (Öteki, Thomas Tyron, Çınar Yayınları) Madem böyle başladık, korku türüne biraz daha yakından bakalım mı?
Kültürümüzü, deneyimlerimizi ve düşüncelerimizi aktarmak için kullandığımız en güçlü araç edebiyat; korku edebiyatı da bu aktarımın mühim ayaklarından. İçimizde yatan arkaik ve derin korkuları anlamamızı, onlarla yüzleşmemizi sağladığı, dahası korkularımız konusunda yalnız olmadığımızı bize gösterdiği için. İnsana cesaret aşılayan bir yanı var bunun... Mark Z. Danielewski'nin biçimle oynadığı ve aynı anda birçok farklı tekniği uygulayarak okurun kafasını karıştırmayı başardığı deneysel korku romanı 'Yapraklar Evi'ni de önerebilirim. (Yapraklar Evi, Mark Z. Danielewski, Monokl)
Daha eskilere gidersek; kıymeti günümüzde anlaşılan Amerikalı yazar H.P. Lovecraft'ın okuru hayal bile edilemeyecek bir evrene sürüklemeyi başaran korku klasiği 'Cthulhu'nun Çağrısı'nı örnek verebilirim. O karanlık dünyada tanık olunan dehşetlerin tam da biz insanların en sıradan korkularına denk düştüğünü kitap bittiğinde anlıyorsunuz ancak. (Cthulhu'nun Çağrısı, Howard Phillips Lovecraft, Alfa Kitap) Benzer bir şeyi taşranın insan üzerindeki boğucu etkisini müthiş etkileyici anlatan Shirley Jackson'ın romanları için de söylemek mümkün.
Korku edebiyatının bir diğer işlevi de duygusal ve zihinsel uyarım. Korku romanları bu sayede okuyucuyu düşünmeye itiyor, bir bakıma düz mantığın sınırlarını zorlamasına yardımcı oluyor. Stephen King'in birçok kitabında korkunun kaynağı değişse de, mesela antika otomobiller, bir gün aniden şehri kaplayan yoğun sis tabakası veya öfke krizleri sırasında telekinetik güçleriyle nesneleri hareket ettirebilen bir kız olsa da, sebep gerçekte doğa üstü bir güç değil, çoğu zaman insanın yahut toplumun hataları oluyor.
Çevre kirliliğinden kadına şiddete ya da Kennedy cinayetini anlattığı romanında olduğu gibi siyasal çürümeye kadar pek çok mesele King'in romanlarında, yaşanan korkunçluklara yol açan şeyler olarak karşımıza çıkıyor. (Dolores Claiborne, Stephen King, İnkılap Kitabevi) Edgar Allan Poe'nun birçok öyküsü de böyle aslında. 'Gammaz Yürek'te vicdan azabının deliliğe dönüşmesini okuyoruz. 'Kızıl Ölümün Maskesi'yse çok daha kapsamlı bir çürümenin anlatısı. (Bütün Öyküleri, Edgar Allan Poe, İletişim Yayınları)
Ray Bradbury'nin kitapların yasaklandığı bir distopyada geçen 'Fahrenheit 451' romanı, bilgiye erişimin ve özgür düşüncenin önemini vurguluyor mesela. (Fahrenheit 451, Ray Bradbury, İthaki Yayınları) George Orwell de '1984' adlı distopyasında totaliter bir toplumda baskı ve manipülasyonun bireyin özgürlüğünü nasıl tehdit ettiğini anlatıyor. Roman, Stalin dönemi Sovyetler Birliği'ne yönelik sıkı bir eleştiri olsa da zamansız aslında ve daha önemlisi, geçerliliğini hâlâ sürdüren bir uyarı. (1984, Geoge Orwell, Sahi Kitap)
Ha, şimdi soracaksınız; herkes bunun için mi okuyor bu kitapları? Kuşkusuz hayır! Eğleniyoruz, heyecanlanıyoruz, okuduğumuz şeyden iyice zevk alıyorsak farkında bile olmadan sayfaları hızlı hızlı çevirmeye başlıyoruz... Günlük hayata mola vererek başka alemlere kaçmanın hakikaten paha biçilemez bir değeri var. Bedeli korkmak bile olsa.
ÜÇ BAŞYAPIT
Bram Stoker'ın 'Dracula'sı ve Mary Shelley'nin 'Frankenstein'ı türün ilk büyük örnekleri, aynı zamanda klasikleşmiş birer başyapıt. İlki vampir mitolojisi ve yarattığı gotik atmosferle çok etkileyici, ikincisi ise insanın hırsı uğruna ne kadar acımasız, kıyıcı, yok edici olabileceğinin hikayesi. Robert Louis Stevenson'ın Dr. Jekyll ve Bay Hyde'ıysa 19. yüzyılda yeni yeni filizlenmeye başlayan psikanalizin de etkisiyle insanın içindeki karanlığın, dünyanın karanlığından çok daha yoğun, çok daha kesif olabileceğini söyleyen belki de ilk roman.