Bir zamanlar merak ettiklerimizi, bilmediklerimizi sadece internetten, sosyal medyadan ya da kitaplardan öğrenmezdik. Beş-altı kareye bölünmüş ekranda hemen her konuda bilgi sahibiymiş gibi konuşan "her şeyin uzmanlarına" henüz aşina değildik. Sosyal medyada hayat gurusu edasıyla çok derin ve anlamlıymış gibi görünen iddialı nasihatler verenleri de kanıksamamıştık.
O günlerde kitaplar, dergiler ve bir de sohbetler vardı. İlim-irfan sahibi, münevver, mütehassıs insanların bir araya gelerek sohbet ettikleri meclisler olurdu. İlim fikir erbabı bu meclislerde karşılıklı konuşur bizim gibi merakı çok ama fikri, bilgisi ve tecrübesi olmayanlar da bir lütuf eseri olarak bunlardan birine katılma fırsatı bulmuşsa bir kenara ilişip dinler ve istifade ederdi.
Önce radyo, ardından televizyon ve daha sonra internet, tecrübe ve hikmet aktarımı anlamına gelen, irfan ve gelenek aşılayan, fikir ve ilham veren bu "gerçek insan sohbetlerini" tam manasıyla ortadan kaldırmadan ve video-konferans toplantılarının yapaylığına büründürmeden önce az da olsa münevver şahsiyetlerin karşılıklı kelam ettikleri ortamlara katılma fırsatı bulduk. Sohbet ehli bilgili ve münevver, üslup nezih ve zarif, içerik kuru bilgi ya da malumatın çok ötesinde çok yönlü, dağarcık geniş ve katmanlı olurdu. Bu sohbetlerde sadece malumat hükmetmez; ilim, fikir, estetik, ahlak, hikmet, uzmanlık, hayat tecrübesi, zarafet, adabımuaşeret, sanat, şiir ve vizyon da eşlik ederdi.
Sadettin Ökten ve Kemal Sayar gibi iki bilge şahsiyetin sohbetlerinden derlenen Gönül Çalab'ın Tahtı kitabını okumaya başlayınca kapıldığım ilk düşünceler bunlar oldu. Kültür dünyamızın bu iki güzide simasının yaklaşık 6 yıllık bir süreç içerisinde radyoda gerçekleştirdikleri ve daha sonra kaleme alınarak Turkuvaz Kitap tarafından kitaba dönüştürülen bu sohbetler; bana bir zamanlar lezzetini tattığımız, çok yönlü olarak istifade ettiğimiz, fikir ve gönül dünyamızı ihya ettiğimiz eski günlerin eskimeyen zat-ı muhteremlerinin o karşılıklı sohbetlerini hatırlatmakla kalmadı, her bölümde, başlıkta, sayfada yeniden yaşattı adeta.
Biri mimari ve estetik, diğeri psikiyatri alanının üstatlarından olan bu mümtaz ikilinin gelenek, kültür, din, tasavvuf, felsefe, edebiyat, hikmet, ahlak, psikoloji, eğitim gibi birçok alanı kapsayan engin birikim ve görüşlerini karşılıklı paylaştıkları bu sohbet kitabının her yaştan okuyucuya bir şeyler katacağı kesin. Bunun da ötesinde satırlardan oluşan bir metnin çok ilerisinde nitelikli ve derinlikli bir sohbetin lezzetini tattırıyor.
İki münevver şahsiyetin "Gönül Sadasından Akisler" serisinin beşincisini oluşturan bu kitabı oluşturan 19 başlık altında derlenmiş sohbetler felsefe, sanat, şiir, edebiyat, hikmet ve tecrübe eşliğinde gündemimize boca edilen sığlıkları aşarak bir kez daha derin denizlere dalıyor ve okuyucular –daha doğrusu dinleyiciler ve mecazen de olsa sohbet iştirakçileri– için yeni inciler çıkarıyor.
Kayda değer iki hayat tecrübesinin imbiğinden geçmiş incileri derlemek isteyenler için tam bir başucu kitabı. Buyurun size bu yazılı sohbetteki sayısız incilerden biri: "Dalgıçlar inerler denize, bir kabuk bulurlar. Bazen içinden inci çıkar, bazen de içi boş olur. Ama oraya inmek gerekir, o derin sulara dalmak ve bakmak gerekir. Her çocuğu ruhuna dikkatle ihtimamla yaklaşan bir öğretmen aslında o cevheri fark edebiliyor. Kalbi temiz olsun, niyeti temiz olsun ve hakikaten öyle bir insan yakalamak istesin. (S.Ö:)"
BANA MASAL ANLATIRLARDI KÜÇÜKKEN
Bir başka sohbet faslına geçince şöyle kuşatıcı ifadeler yakalayabiliyor okuyucuyu. "Güzel olan her şey sonsuzdan bir iz taşır' diyor Bir düşünür. İndsan sonsuzluğu arıyor. Sonsuzluktan bir yudum almak istiyor. Kendini sonsuzluğa birleştirmek istiyor. (K.S.)"
Ancak Ökten ve Sayar'ın konuştuklarının somut hayatın gerçeklerinden uzak soyut konular üzerine olduğu sanılmasın. İkilinin çok boyutlu diyalogları toplumsal gündemimizi işgal eden, depremden ülkeyi terk etme tartışmalarına, şehirlerin karmaşasından ekonomik zorlukların bizi getirdiği noktaya, eğitimden futbola kadar birçok meselemiz hakkında zihin açıklığı getiriyor.
Bazen de doğrudan zihin açıklığı meselemize bir açılım getiriyor: "Bana masal anlatırlardı küçükken. Orada bir Keloğlan vardı: Ben Keloğlan'ı çok farklı şekillerde tasavvur ediyordum. Sonra çizgi filmler çıktı ve Keloğlan prototipi belli oldu. Böylece beni tek bir formata mahkûm ettiler. Halbuki ben çeşitlendiriyordum onu zihnimde. Böylece soyutlar dünyasına çook daha kolay girebiliyordum. İnsan önce somutla başlıyor hayata, sonra soyutlar dünyasına giriyor. Şu an küreselcilerin çizdiği bir somutlar dünyası var, insanların ondan mutlaka kurtulması lazım. (S.Ö:)"
Ökten ve Sayar'ın oldukça nitelikli sohbetinden çıkarılabilecek inciler envai çeşit... Bana kalırsa bunlar içinden en ilgincini Kemal Sayar'ın önsözdeki bir cümlesini kullanarak şöyle açıklamak mümkün: "Zaten mesele 'farklı şeyler görmek' değil, 'şeyleri farklı görebilmektir'. İnsana ve tüm varlığa baktığımızda kalbin gözüyle bakmak, daha önce görmediklerimizi görmektir."
BİROL BİÇER