Her romanın şu veya bu biçimde yazarın zihnini yansıttığı, o zihnin kendine has işleyişiyle yaratıldığı düşünülürse Gustave Flaubert "Madam Bovary benim" derken hiç kuşkusuz itiraz kabul etmez bir gerçeği dile getiriyordu. Zaten o yıllarda edebiyat dünyasında üreten kadınların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu ve onlar da eserlerini ancak erkek adıyla ya da "Bir Hanım" gibi muğlak imzalarla yayınlayabiliyorlardı. Fransa'da George Sand, İngiltere'de Bronte'lerin kitapları hep böyle basılabildi.
Anlayacağınız her yıl aday gösterildiği Nobel Edebiyat Ödülü'nü ancak 82 yaşındayken kazanabilen Annie Ernaux'nun "Edebiyat dünyası erkeklerin hakimiyetindedir, orada ödüller dahil her şey erkekler tarafından kontrol edilir" demesi hiç de boşuna değil. Gene de bu hakimiyetin günümüzde hatırı sayılır ölçüde zayıfladığı da söylenebilir. En azından Annie Ernaux gibi kadınlar artık hikayelerini Gustave Flaubert gibi erkek yazarların satırlarından okumuyor, kendi hikayelerini bizzat kendileri anlatmayı seçiyorlar.
ÜSLUP, BİRİNİCİ TEKİL ŞAHIS
Bunun da edebiyat dünyasında artık bir adı var: Özkurmaca. Yani yazarın anlatacaklarını kendi şahsi hikayesinden yola çıkarak kurgulaması. Türün iki temel kuralı var:
Birincisi, yazar daima hikayenin merkezine kendini koyuyor ve birinci tekil şahıs diliyle yazıyor. İkincisi, esas karakter de mutlaka bir yazar oluyor ve anlatısında yazma sürecini okurla paylaşıyor.
Öz yaşamsal bir bileşene sahip birinci tekil şahıs anlatıları, neredeyse edebiyatın kendisi kadar eski aslında. Eski Yunan şairi Sappho'yu türün ilk temsilcisi sayan akademisyenler var. Kimilerine göreyse türü başlatan Henri Brulard'ın Yaşamı ile Stendhal, Kayıp Zamanın İzinde ile Proust ve Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi ile James Joyce... Daha yenilerden Knausgaard'ın 5 bin sayfalık Kavgam'ını da unutmamak gerek. Kadın yazarlar arasındaysa Colette, Marguerite Duras, Tove Ditlevsen, bizden de Tezer Özlü sayılabilir. Zaten özkurmaca daha çok kadın yazarların parlattığı bir tür aslında.
Mesela Annie Ernaux... Utanç, öfke, kıskançlık gibi duyguların arkeolojisini yapıyor Ernaux ve ergenlik çağında yaşadığı yeme bozukluklarını, annesinin Alzheimer oluşu ve ölümünü, meme kanseri deneyimini, kendisinden çok daha genç ve evli bir Sovyet diplomatla ilişkisini müthiş bir soğukkanlılık ve yakıcılıkla anlatıyor. Kendine acıma tuzağına düşmeden, deneyimlerini süslemeden, bıçak keskinliğinde kelimeler ve acımasız bir doğrudanlıkla...
Kurmaca ile deneme türlerini harmanlayan Diğer Ev, Geçiş, Övgü, Çerçeve gibi çok başarılı romanların Kanadalı yazarı Rachel Cusk'tan da bahsedilebilir. Bir de son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz Meksikalı yazar Breanda Lozano var. Hikayesini, tuttuğu günlükler aracılığıyla oluşturduğu İdeal Defter romanı şimdiden unutulmazlar arasına girdi bile.