Geçenlerde kısa bir Prag ziyaretinde bulundum. Ve her seyahatten sonra olduğu gibi yine uğradığım şehrin öne çıkan yazarları hakkında düşünmeye başladım. Eh, doğal olarak ismi Prag'la özdeşleşen en önemli yazarlardan biri Kafka'dır. Ama onun Prag'ı iç karartıcı, hapsedici, labirentlerle dolu bir Prag'dır. Şehrin böylesi yanları da vardır elbet. Sonuçta bir Ortaçağ şehridir ve köprüleriyle şatolarındaki kubbeler birbirine paralel bir masalsı anlayışla imar edilmiştir. Fakat gel gör ki, her iyi Kafka okurunun fark edebileceği gibi yazarı sonsuz bürokrasi çarklarının arasında bunaltan asıl etmen, bütün bir Avrupa fikrinin sonunun gelmekte olduğu ve İngiliz-Yahudi medeniyetinin yerini Amerikan-Yahudi medeniyetine bıraktığı gerçeğidir. Kendisi de bir Yahudi olan Kafka, karanlık metinlerinde asıl bununla boğuşmaktadır.
Prag denildiğinde beni asıl ilgilendiren yazarsa Milan Kundera. Yazar bugünlerde doksanıncı yaşlarını sürüyor. Ve bence çağımızda "romancı" adı en çok ona yakışıyor. Kundera tam anlamıyla bir Batılı. Ve sadece bir romancı değil. Aynı zamanda romanlarıyla düşünmeyi seçmiş bir düşünür de bana kalırsa. Gençliğinde komünist. Rusların Prag'ı işgalinden sonra başlayan Prag baharında partisinden ihraç edilen bir komünist. Sonra Fransa'ya iltica ediyor. Hadi gelin bir denklem kuralım: özgür hayat, yaşama dair kuşku, savaş ve sürgün... İşte Milan'ın temel konuları. İnsanda başlayıp yine insanın varoluşunda sonlanan tutsak bir akıl bu.
Kundera'nın romancılığı bence çok başka bir zirve. Ona "düşünen romancı" demem bundan.
Mesela şu sözü: "Bir roman başarılı olacaksa yazarından daha akıllı olmak zorundadır. İşte bu nedenle Fransız entelektüellerinin romanları vasattır. Onlar her zaman romanlarından daha akıllı olmuşlardır." Evet aklın romanını yazıyor Kundera. Ve bazen öylesi tespitler, öylesi öngörüler yapıyor ki şaşıp kalıyorum. Deneysel aklın egemen olduğu Batı için bir kâhin olduğunu bile söyleyebilirim Milan'ın. Çağının romanını yazmadı hiç. Esas çağını kendi romanına çekti. Tüm romanlarının yedi bölümden oluşmasında yatan esrarı, zıtlıkların hayatımızı belirlemesini, yaşamdaki küçük şakaların büyük felaketlere yol açacağını, dünyayı fazla ciddiye almamamız gerektiğini anlattı durdu. Özellikle Yavaşlık, Kimlik ve Bilmemek üçlemesi ve tabii Ölümsüzlük... Kundera'ya göre yazarın görüşünden çok romanın kimliği önemlidir. Bundan mıdır bilmem, hikâye anlatırken bir anda gönüllü sürgün bir Çek yazar olarak araya girmesi, eski vatanıyla (Çek Cumhuriyeti), yeni vatanını (Fransa) sürekli çarpıştırması...
Milan bugün doksanıncı yaşlarını sürüyor. Çekya, vatandaşlığını iade etti. Prag'da dolaşan bir efsaneye göre, yazar sürgün olduğu dönemlerde tebdili kıyafet yapıp bir hayalet gibi dolaşırmış eski şehrin sokaklarında. Kendisi hakkında derin bir ipucu veren şu sözü ile bitirelim: "Kısa pantolonlu bir çocukken mucizevi bir merhemin beni görünmez kılmasını hayal ederdim. Sonra bir yetişkin oldum, yazmaya başladım ve meşhur olmak istedim. Şimdi artık başarılıyım. Ve beni görünmez kılacak o merhemi arıyorum..."