Sadece yazdıklarıyla değil, fikirlerini eyleme de döken Susan Sontag'ın Everest Yayınları'ndan çıkan 'Vurgulanan Yer' kitabı; Okumak, Görmek ve Oradan Buradan başlıklarıyla üç bölüme ayrılıyor ve ilk bölüm 'Bir Şairin Düzyazısı' adı verilen harika bir denemeyle açılıyor. Şiir ve düzyazıyı karşı karşıya getiren usta kalem; yazı üstatlarından yaptığı alıntılarla iki yazı biçimini yarıştırıyor. Bir diğer denemesi Roland Barthes üzerine. Herkes Barthes'ın göstergebilimin kurucusu olmasına, bu alandaki çalışmalarına -doğal olarak- dikkat çekerken Sontag yine başka bir 'görme biçimi'yle onun edebi yönünün kuvveti üzerinde de durur:
"Edebiyata aşırı değer vermekle -edebiyata her şey gibi davranmaklasuçlanabilirdi ama hiç olmazsa bunu bir dava uğruna yaptı. Onun anlayışına göre edebiyat her şeyden önce ve her şeyden sonra dildir."
Sontag, hayata vicdan gözüyle bakan bir insan... Belki de bu yüzden bir kitabının adını 'Başkalarının Acısına Bakmak' koymuş: "Başkalarının acılarını sadece seyrederek, onlarla gerçekdışı bir bağ kuruyoruz aslında. Ne kadar çok sempati duyarsak, acılara yol açan gelişmelerde bir suçumuz olmadığı hissine kapılmamız da o kadar kolaylaşıyor." İşte bu yüzden zoru seçer. 1990'larda Balkanlar'da Sırp faşizminin rüzgarları eserken izlemek yerine Saraybosna'ya gider. Pazar yerlerinin bombalandığı, sniperların insan avladığı Bosna'nın kalbine yerleşir. Ne olursa olsun hayat devam etmeli diyerek Samuel Beckett'in 'Godot'u Beklerken' oyununu sahneye koyar. Dünyanın yalnız bıraktığı Boşnaklara sanat ile umut verir. Aldığı tepkileri yazdıktan sonra oyunun sahnelenme sürecini anlatır.
SİNEMA ELBETTE UNUTULMADI
Oyuncuların maaş alması tabii ki söz konusu değil. En zoru oyuncu seçimidir. Karakterlerin fiziki özelliklerine oyuncu bulmanın keyfiyeti bir yana, çocuk rollerine bile büyükleri tercih etmek durumunda kalır. Salonu aydınlatacak mumları idare kullanmak şarttır. Şehirde elektrik olmadığını, oyuncuların provaya gelmeden önce saatlerce su kuyruğunda beklediklerini de ekleyeyim. Saraybosna'da provalar sürerken dışarıdan gelen sorular üzerine gözlemleri de kıymetli: "Saraybosna'da çok fazla peçeli çarşaflı kadın görüp görmediği kilşesinin sorulmasına şaşırmamam gerekirdi... Savaş öncesi şehirde laik bir Müslümanın, bir Sırpla bir Hırvat'la evlenmesi tuhaf değildi. Sırp saldırısından önceki yıl Saraybosna'daki evliliklerin yüzde 60'ının farklı dinden insanlar arasında yapılmıştı."
Kitap, Susan Sontag'ın savaş hatıralarından ibaret değil tabii ki. Borges'e mektubu, sinema eleştirmeni olarak beyazperde üzerine fikirleri, çeviri ve çevirmenlik üzerine yazdıklarının da bir çok kişinin ilgisini çekeceğinden eminim.