Halil İnalcık'ın adının önüne arkasına bir şey eklemeye gerek var mıdır?
Osmanlı tarihi konusunda dünyada saygın bir yere sahip olan Prof. İnalcık, kitapları, makaleleri, Türkiye'de ve yurt dışındaki üniversitelerde verdiği dersleriyle bir efsanedir.
Türk tarihçiliğinin bir önceki kuşağından Prof. Dr. Fuad Köprülü'nün öğrencisidir.
O da bilgilerini yeni nesillere aktarmıştır.
Aralarında Prof. Dr. İlber Ortaylı, Doç. Emrah Safa Gürkan gibi değerli tarihçiler olmak üzere, vali, kaymakam, devlet görevlisi olacak yüzlerce öğrenci yetiştirmiştir.
Yurt dışındaki ünlü üniversitelerde ders verdiği yabancı öğrencileri de unutmamak gerek.
O ki, Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2 bin bilim insanı arasında gösterilmiştir.
Halil Hoca'nın Osmanlı konusunda Batı'daki önyargıları ve kabulleri yıkması bu alandaki öncülüğünün kanıtıdır.
Neredeyse bu tarihi yeniden yazdı desem abartı olmaz.
İnalcık 'Osmanlı ve Avrupa' kitabında şöyle diyordu: "15. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı, Avrupa tarihini şekillendirmede çok önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı'ya referansta bulunmaksızın raison d'etat, reel politik, güç dengesi ve hatta Avrupa kimliği gibi kavramları açıklamak mümkün değildir. Osmanlı ile Avrupa arasında karşılıklı etkiler aşikâr olduğu halde maalesef bu etkileşim Batı tarihçiliğinde çok fazla dikkate alınmamıştır. Hristiyan Haçlı geleneği, uzun süren savaşlara bağlı olarak gelişen düşmanlık, kültürel yabancılaşma gibi bazı tarihsel nedenlerden ötürü ve belki de Osmanlı'nın Aydınlanma sürecinin dışında kalması dolayısıyla Osmanlılar Batı tarihçiliğinde genellikle Avrupa ve Avrupalılığın karşıtı ve antitezi olarak ele alınmıştır. Oysa taraflar arasında çatışmadan çok daha fazlası mevcuttur." Halil İnalcık'ın akademik dünyadaki ağırlığını ABD'li sosyal bilimci Immanuel Wallerstein şöyle özetlemişti: "Onu dar anlamda bir 'tarihçi' olarak düşünmek elbette yetersiz kalır. Bizzat tarih disiplinine şekil vermiş, kendi metodolojisini ve bilgi birikimini tarihçilik mesleğine kazandırmış bir kişi olarak İnalcık, bilim çevrelerinin üzerinde uzlaştığı seçkin bir isimdir... Yeni kuşak tarihçiler, Akdeniz, Osmanlı ve Balkan tarihi üzerindeki birçok yanlışın tashih edilmesini ona borçludur." Çalışkan, titiz, dur durak bilmeden bir ömrü böyle kullanabilmek herkesin harcı değildir.
İlerlemiş yaşına rağmen tarihi mekanları gezerdi.
2016'da vefat ettiğinde 100 yaşındaydı. Son nefesine kadar çalışıp, üretmekten geri kalmadı.
Son üç yıldır 'kurtuluş', 'kuruluş' aşamalarında yüzyıllar deviriyoruz. Ve adım adım Cumhuriyetin 100. yılına doğru gidiyoruz.
İnalcık da yaşı itibarıyla, bu zaman dilimindeki her olayın tanığı olmuştu.
İşte yeni kitabı, bu dönemi bir vatandaş ve aydın olarak anlatıyor.
Milli Mücadele Tarihi, 1956-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde zorunlu ders olarak okutulan Türk İnkılap Tarihi dersinin kitap haline getirilmesinden oluşuyor.
Bu dersleri takip eden pek çok öğrenci sonraki yıllarda Türkiye'nin siyasi, idari, iktisadi, mali ve dış politika alanlarından önemli sorumluluklar üstlenmiş ve tanınmış kişiler olacaktır.
Ona göre; inkılap tarihimizi anlamak için 1908'de ilan edilen II. Meşrutiyet'ten başlamak gerekiyor.
Memleketin savrulduğu, arka arkaya suikastların olduğu, sürekli hükümetin değiştiği istikrarsız bir dönemdir bu.
İttihatçıların idareye el koyduğu ve en nihayet 1. Dünya Savaşı'na sürüklendiğimiz acı dolu günler yaşanır.
O dönemdeki siyasi hayatın güçlü akımlarını ele alan İnalcık Hoca; Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüğü inceliyor.
Her birinin beslendiği damar ve etkileşimde olduğu akımlar arasında en gerideki Türkçülüktür.
Yalnızca Türk dili ve kültürel alanda kendini göstermektedir.
Ancak işgal, savaşlar ve kurtuluş mücadelesindeki kırılma anlarında bu akım iyice güçlenecektir.
Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya çıkışıyla başlayan süreç; Amasya Genelgesi ve Erzurum Kongresi'yle sürecek ardından nihai kararın alındığı Sivas Kongresi'yle dünyaya mücadelenin başladığı duyurulacaktır.
Bu arada Mondros ve Sevr antlaşmalarıyla yıkım hızlanmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması, düzenli ordunun oluşturulması, 1 ve 2. İnönü Savaşları, Sakarya Meydan Muharebesi ve büyük bir zaferle sonuçlanan son noktanın konulduğu Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi.
Ardından galip olarak eli güçlenen TBMM'nin Mudanya Mütarekesi ile dünyaya varlığımızı ve bağımsızlığımızı tescil ettirdiğimiz Lozan Antlaşması...
Bu dönemlerde kırılma noktaları vardır.
Halkın mücadele gücünün yükseldiği, yekvücut olduğu anlardır: İstanbul ve İzmir'in işgalleri gibi. Ancak Halil Hoca'nın özellikle üstünde durduğu Sakarya Savaşı'dır. Mustafa Kemal Paşa'nın tarihe geçen, "Hatt-ı müdafa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadan terk olunamaz" emrini verdiği savaş neden önemlidir:
"Sakarya Muharebesi, Türklüğün Anadolu'da, yaşayışını sağlayan tarihimizin en kesin sonuçlu savaşlarından biridir. Bu savaş, Selçuk Türklerinin Anadolu kapılarını açtıkları Malazgirt Savaşı'ndan da büyüktür. Çünkü bu savaşta yeni bir yurt açmaya gidenler değil, bin yıllık yurdunu, ocağını, en kutsal varlıklarını savunan bir milletin hayatı ve geleceği kurtarılmıştı. Bu savaş, dünya tarihinde yaşamak azminde olan bir milletin, bütün dünyanın maddi kuvvetlerini yenecek bir kudret ve zafere erişeceğini ispat eden bir savaştı. Bütün Asya ve Afrika milletlerine ümit ve kurtuluş vadeden bir zaferdi. Bu yüzden bu savaş yalnız Türk tarihinde değil, bütün dünya tarihinde en önemli savaşlardan biriydi..." Halil Hoca yazdıklarıyla Milli Mücadele dönemi bugünümüze ışık tutuyor ve yeni bir yüzyıl için de rehber oluyor.
Halil Hoca'nın kitabı, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken, bu topraklarda yaşayan her vatandaş için çok değerli bir eser.