Tarihimizi, kültürel mirasımızı, hikayemizi, bizi biz yapan değerleri; edebiyat süzgecinden geçirip anlatmakta, yazıya dökmekte, esere dönüştürmekte Türkiye'nin en mahir kalemlerinden biri kuşkusuz İskender Pala... Kültür mirasımız onun kalemi sayesinde; bugünün diliyle, algısıyla, kurgusuyla yeniden şekilleniyor... Hem geçmişin bilinmeyenlerini, gözden kaçanlarını, 'kaçırılanlarını' edebiyatın didaktik olmayan, 'tatlı' üslubuyla öğreniyor, hem de müthiş kurgu ustalığıyla geçmişten bugüne aslında insan hamurunda pek çok şeyin de değişmediğini idrak ediyoruz, onun kalemiyle... İskender Pala, uzun zamandır beklenen yeni romanı 'Surname'yi Kapı Yayınları etiketiyle yayımladı... Surname, Osmanlı'da bir gelenek... Bir nevi 'düğün kitabı' demek. Osmanlı'da 1582 ve 1720'de gerçekleşen ve 15'er gün süren düğünler sebebiyle İstanbul, Binbir Gece Masalları'ndaki gibi süslenir ve merasimler için güfteler yazılıp besteler yapılırmış vaktiyle... Ve bu düğünlerin hikayesi surname olarak kayda geçermiş... Pala, işte böyle bir düğüne götürüyor okuru... Tarih ve şahıs ismi vermeden... Bir Osmanlı sultanı, şehzadeleri için bir sünnet düğünü tertiplemiştir. İstanbul'da eski saraylarla birlikte Atmeydanı, Okmeydanı ve Divanyolu gibi mekanlar seyirlik alan olarak belirlenir. 15 sürecek düğünün dillere destan olması istenmektedir. Her vilayetten ve her ülkeden insanlar davet edilir. Bu sırada üzücü bir hadise meydana gelir. Sadrazam şehit olur... Sultan düğün neşesini siyasete boğdurmamak adına yeni sadrazam ataması yapmaz. Mühr-i Hümayûnunu kime vereceğini düğünden sonra açıklayacağını söyler. Bu durumda 15 günlük düğün süreci 'devletlular' ve davetliler için acımasız ve ölümcül bir iktidar mücadelesine dönüşüverir. Sarayda bunlar olurken sokaktan birkaç öksüz ve yetim delikanlının kaderleri iktidar yarışındaki 'devletlular'la kesişir. Gençler, önce kalpazanlık yapmak, sonra da el altından düğün hediyelerini çalmak zorundadırlar. Üstelik içlerinden biri de zihinsel engellidir... Ve İstanbul bütün görkemiyle eğlenmeye başladığında yukarıdakilerle aşağıdakilerin mücadelesi de başlar. Pala yine her zaman olduğu gibi, hikayenin içinde hikaye anlatıyor. Alem içindeki alemlere işaret ediyor... Pek çok insani meselenin altını çiziyor... Altı çizilecek pek çok satır, ruha dokunan pek çok cümle hediye ediyor okura... Ne anlattığı kadar, nasıl anlattığına da odaklanıyoruz.
DEVLET VE İNSAN İLİŞKİSİ
Pala, romanında pek çok konuya temas etmekle birlikte, 'devlet ve insan' arasındaki kadim ilişkiyi de sorguluyor: "Yaşlı bir ninenin bir ineği vardı. Her sabah onu çıkarır, sığırtmaca teslim eder, akşama yolunu gözler, gelince sütünü sağar, geçinip giderdi. Günlerden birinde bu ineği dağda kurtlar parçalayıp yedi. Sığırtmaç gelip utana sıkıla nineciğe durumu anlatınca kadıncık başladı inlemeye: 'Allah bu hükümdarın ya belasını versin, ya ıslah etsin!' Komşuları çıkıştılar: 'Dağ başında senin ineğini kurtlar parçalamışsa sığırtmaç dururken, muhtar dururken, vali dururken, hükümdarın bu işte suçu ne?' 'Hayır, iş sizin düşündüğünüz gibi değildir. Eğer hükümdar ehil bir kimse olsaydı ehil bir vali tayin ederdi. Vali ehil bir muhtar seçerdi. Muhtar köy namına dikkatli ve vazifesine bağlı bir sığırtmaç tutardı. O zaman benim ineğimi kolay kolay kurt kapamazdı!"