Geçtiğimiz günlerde büyük şair ve mütefekkir Sezai Karakoç'u ölümünün birinci senesinde andık. "Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum/Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum" diyen Karakoç'un kaybının yeri elbette dolmaz.
Fakat bugünlerde yayımlanan Hatıralar, Karakoç'un mirasının en güzel halkalarından birisi oldu. Neden böyle düşündüğümü, yazı boyunca anlatmaya çalışacağım ama şuna dikkat çekmek isterim; bizde hatırat, günlük gibi metinler ne yazık ki çok azdır .
Var olanlara da yazarların genelde en geride kalmış metinleri olarak bakılır. Yani hatırat türüne gereken önemin verilmediğini düşünürüm. Bu düşüncem, Karakoç'un 'Hatıralar'ını okurken de alevlendi. Çünkü karşımızda sadece bir hatırat yok, aynı zamanda bir dönemin olaylarına ve insanlarına ışık tutan hari - kulade kaynak bir metin var.
Hatıralar 90'lı yıllarda 'Diriliş' dergisinde yayımlanıyor önce. Her hafta bir bölüm halinde yayınlanan metin, mimari olarak belli ki önceden düşünülmüş bir çerçeve üzerinden yazılmış.
Doksanlı yıllarda yazılan metin, Karakoç'un çocukluğundan başlayarak kırklı yaşlarının sonuna kadar geliyor. Dolayısıyla 70'li yıllarda sonlanıyor.
Üstadın yakın çevresindeki isimlerden Mustafa Kirenci'den öğrendiğimize göre devamı da yazılmak istenmiş, hatta metin iki dosya halinde hep Karakoç'un masasında hazır beklemiş ama bir türlü yazımına başlayamamış üstat. Tabii üstadın evinde ve ofisindeki yarım kalan metinlerin durumunu bilemiyoruz. Belki de hatıraların devam metinleriyle birlikte bazı yazılıp yayınlanmayan şiirlerin varlığı da olasıdır. Bunu, sanırım ilerleyen günler gösterecek. Ama bilebildiğim kadarıyla da bundan sonra üstadın konuşmalarına sıra gelecek.
Konuşmalar da epeyi bir yekûn tutacaktır kanaatimce.
Çünkü büyük kısmı 'Diriliş'in ofisinde tutulan ses ve görüntü kayıtlarından oluşuyor.
Hatıralar iki cilt halinde yayımlandı. Birinci cilt Karakoç'un Diyarbakır Ergani'de geçen çocukluk günleri, ailesi ve tabiatla kurduğu ilişkiler... Gaziantep ve Kahramanmaraş'ta geçen ilk öğretim yılları, ilk gençlik, dünyayı ve Türkiye'yi anlama, anlamlandırma çabası... Sonra Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi, şiir yazmaya ve düşünmeye başlama, Necip Fazıl Kısakürek ve çevresi olan ilişkisi, bugün İkinci Yeni olarak adlandırılan modernist Türk şiirinin başlangıç evreleri ve türlü türlü ilişkiler arasında geçen gençlik yılları... olarak da özetlenebilir.
Her şeyden önce 'Hatıralar'ın dilinin neredeyse bir romanı andırdığını söyleyebilirim. Zaten Karakoç'un böyle özellikli bir tarafı vardır. En zor konuları bile herkesin anlayabileceği bir sadelikle anlatabilir üstat. Öte yandan kolay yazılan bir metin olmadığı da ortada. Kitabın girişinde ve ilerideki bazı sayfalarda yazarken acı duyduğunu söylüyor Karakoç. Geçmişindeki güzel anıların yanında hayatının sonraki senelerini de etkisi altına alan bazı kederli, acılı sahneler var. Bayramlar da var, sıtma da. Yuvadan ayrılış da var, bağbozumları da. Ve Hz. Ali imgesi. Üstadın daha sonra şiirlerinde de ortaya çıkacak olan bir imaj. Annesinin erken vefatı. Hasta bir erkek kardeş. Ve sonrasında babasının vefatı ve hepsine bakmaya, yetişmeye çalışan Karakoç. Dışarıdan meraklı gözlerin sürekli hatırlattığı şairin hayatı boyunca evlenmemiş olmasının ardında birtakım "yasak aşk" hikâyeleri arayanları hüsrana uğratan som bir gerçeklik. Bir de tabii sorumluluk duygusu vardır ki, üstadın bütün yazma, üretme çalışmasını büyük bir dava bilincinin meyvesi kılar. 'Hatıralar'ı okuyanlar o sorumluluk bilinci ve dava şuurunu her satırında bulacaklardır kitabın.
Cumhuriyetin kuruluş yılları. Tek Parti Dönemi ve 2. Dünya Savaşı. Ergani, Maden ve Piran.
Ve Ergani'deki Zülküfül makamının manevi hayatı şekillendirişi. Üstadın ruh evreninin nasıl oluştuğuna dair bazı ipuçları veriyor tüm bu sahneler. Mesela daha ortaokula giderken kendi kendine sadece bir kitaptan faydalanarak Farsça, Arapça öğreniyor. Yine kendi başına Osmanlıca ve Fransızca. Daha lise yıllarında 'Büyük Doğu'da yazıları ve şiirleri yayımlanıyor. Hatta bu tutumu öğrenim hayatını etkileyecek sonuçlar bile yaratıyor.
Atlattığı tehlikeler, onu hayata karşı daha da çevik kılıyor. Mesela Ankara yıllarındaki portresi epeyi ilgimi çekti. Türkiye'de Necip Fazıl isminin anılmasının sakıncalı olduğu yıllarda üstadın en yakınındaki isim. Hatta üstat hapse düştüğünde tahkikat yemekten korkmadan onu haftada bir ziyaret edecek kadar korkusuz. Bazı satırlar var ki, okurken hüzünlendim doğrusu. Üstat Malatya davasından içeride. Ve öyle bunalmış ki, neredeyse firar etmeyi düşünüyor ve Karakoç'tan yardım istiyor. Karakoç hem zor durumda kalıyor, hem de ciddi ciddi üstadı hapisten kaçırmak için bazı hazırlıklar yapıyor ama üstat vazgeçiyor sonrasında tabii. Zaten Karakoç'un üstatla olan münasebetini kitaptan ayırıp, ayrı bir risale olarak tertip etseniz, bu zamana kadar hiç okumadığınız bir Necip Fazıl portresi çıkar ortaya. Enteresan bir ilişki bu.
Zaman zaman uzaklaşılan, yakınlaşılan... Ama her zaman üstadın büyüklüğünün ve hayatına olan etkisinin de hakkı teslim edilen bir ilişki.
50'li yıllar... 'Yağmur Duası', 'Monna Rosa', 'Rüzgâr' şiirleri bu dönemde yazılıyor. 'Makas' adlı uzun bir şiir yazdığını fakat sonradan kaybettiğini öğreniyoruz misal. Sonra birçok önemli ismin kişiliğine dair de bir sürü önemli ayrıntıyı okuyoruz. Bir gün Necip Fazıl'la Çetin Altan'ın yanına gidiliyor, bir gün Ataç'ın bir eleştirisine cevap yazılıyor, bir gün Osman Yüksel Serdengeçti ile üstadı İstanbul'a uğurlarken tren kaçırılıyor, üstat Necip Fazıl "Yetişemedik değil, hayır, biz gönderdik gitti" diyor. 'Hatıralar'ın her yerinden üstadın ruhu çıkıyor ortaya. Güçlü ki - şiliği, insana özgüven kazandıran varoluşu. Ve sapa yolları ulaşılır kılan mahareti.
Sonra Mülkiye yılları. Cemal Süreya ile üç sene sınıf ve sıra arkadaşlığı. Yalnız iki sayı çıkan 'Şiir Sanatı' dergisi. Kimler yok ki dergide... Erdal Öz, Turgut Uyar, Gülten Akın, Orhan Duru, Seyfettin Başçıllar... Sonra Mehmet Şevket Eygi, Mehmet Genç ve Fethi Gemuhluoğlu ile olan arkadaşlıkları. İkinci cilt biraz da bu arkadaşlıklar üzerinden İstanbul'a taşınıyor ve 'Diriliş' dergisinin ortaya çıkmasındaki ilk ateş de burada alevleniyor.
Ama Karakoç 'Pazar Postası'nda 'Balkon' şiirini kendisinden habersiz Cemal Süreya'nın yayınlamasıyla İkinci Yeni'nin başlamasına önayak olmuştur. Başka yazılar da yazmıştır gazetede.
Mesela maddeci şiire dair yazısı dönemin bazı entelektüelleri tarafından taşlanmıştır ama büyük bir yaranın da altını çizmiştir öte yandan. Sadece edebiyat değil, siyaset de önemli bir yer kaplıyor 'Hatıralar'da. DP'ye dair düşünceleri temkinli.
MSP meselesi. 27 Mayısçılar ve Menderes. Millî Gazete hakkındaki düşünceleri...
Üstadın metne bir önsöz yazdığını görüyoruz ama tam anlamıyla bitirip bitirmediği de meçhul.
Ki kitapta döneme ait bazı görselleri de kullanmak istemiş, hatta böyle bir hazırlık da yapmış. Gel gör ki yetişememiş ya da sonradan vazgeçmiş. Bir akrabasının yayınladığı 'Hatıralar', kimi eksikleri, edisyona dair bazı kusurlarına rağmen, bence, bu senenin en büyük edebiyat olayıdır. Lise öğrencilerinden üniversitelilere, din görevlilerinden siyasilere, gazetecilerden yöneticilere kadar herkes okumalı. Çünkü üstadın dediği gibi; "Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti."