İstiklal Madalyası neyi çağrıştırır, aklınıza ilk ne gelir? Mesela, belediye otobüslerindeki bir uyarı levhasıdır. "Ön sıralarda İstiklal Madalyası sahibi gazilere, yaşlılara, hamilelere ve çocuklulara yer veriniz" mealindeki yazıyı, yaşı 40'ın üzerindekiler çok iyi hatırlar.
Peki, yüzyılı aşkın bir süredir hayatımızda olan Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyeti simgeleyen bu madalyaların hikayesi nedir?
Başarıyı, kahramanlığı, cesareti ve liyakatı temsil eden bu objelerin tarihteki yeri, toplumdan topluma değişiyor. Kime, ne amaçla, ne için verildiği dönemin koşullarına göre değişiklik gösteriyor.
Askeri tarihçi Prof. Dr. Mesut Uyar, İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan 'Bir Asrın Ardından, İstiklal Madalyaları' kitabında, merkezine İstiklal Madalyası'nı alarak geçmişten bugüne madalyaların tarihini ele alıyor.
Madalya ve nişanlar, Avrupa'da 15. ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkıyor. Başlardaki amaç, önemli bir lider ve hadiseyi hatırlatmak.
Anı madalyaları sonraları imparatorların görsel bir propaganda aracına dönüşüyor. İlk askeri madalyalar, 18. yüzyılda savaşa katılan ve sadakatla görevini yapan askerlere veriliyor. Birer savaş hizmet madalyası olarak. 1789'da İsveç Kralı III. Gustav'ın cesur askerler için özel bir madalya ihsas etmesi, bir ilk kabul ediliyor.
Böylece halen geçerli olan üçlü bir ayrım ortaya çıkıyor: Kahramanlık ve başarı madalyaları, savaş hizmet madalyaları ve hatıra madalyaları.
Büyük bir askeri sisteme sahip Osmanlı İmparatorluğu da sivil ve askerlerin, devlet ve hükümdara sadakatini; liyakat, başarı, cesaret ve kahramanlıkla ödüllendirmiş. Terfi, arazi (timar) ve para ödüllerine ilave olarak görsel ve vücut üstünde taşınabilen mükafatlar da verilmiş.
En bilineni hiyat giydirilmesi, ki şahısların özel bir kıyafet veya kürk ile ödüllendirilmesidir. Savaşta tehlikeli görevler için gönüllü olan askerlere "serdengeçti" unvanı ve özel kavuğunun verilmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
Osmanlı'da ilk madalya benzeri obje, I. Mahmut'un 1730'larda yaptırdığı ve Feriha Madalyası'dır. Altından yapılmış dikdörtgen şeklinde bir kolye gibi takılan bir levhadır bu. Batı'daki ilk madalyalar gibi hükümdara itaat ve sadakat sembolü olarak veriliyordu.
III. Selim'in, 1799'da Amiral Nelson'a verdiği Hilal Nişanı, ilk gerçek Osmanlı Madalyası olarak kabul edilir. Sonra 1801'de dört sınıflı Vaka-i Mısriye Madalyası ihsas edilmiş ve yararlılığı görülen İngiliz subay ve askerlerine dağıtılmış.
Batı tarzı ödüllendirme, II. Mahmut'un kendi mineli resmini taşıyan ve Tasvir-i Hü - mayun adıyla bilinen kolye nişanlarını üst düzey devlet adamları ve önemli kurumlara vermesiyle başlıyor.
Osmanlı subay ve askerlerine yönelik ilk savaş hizmet madalyasını da II. Mahmut ihsas ediyor. Arnavutluk'ta savaşan subay ve askerlere verilmek üzere 1824'te çıkarılan Cam-i Nusret (İşkodra) Madalyası üç sınıflıdır.
Madalya Osmanlı'ya geç geliyor ancak kısa sürede devlet ve topluma nüfuz ediyor.
Peki ne zaman yaygınlaştı?
Prof. Uyar şu tespiti yapıyor: "Madalya ve nişanların bir hiyerarşi içinde fonksiyon ve çeşitlilik kazanması ve belirli kurallar içinde herkesin ulaşabileceği bir ödül haline gelmesi II. Abdülhamit döneminde gerçekleşmiştir. Sultan, kendisi ve devletin otorite ve saygınlığını güçlendirmek için madalya ve nişanlardan bilinçli ve sistematik bir şekilde istifade etti. Liyakat, başarı, kahramanlık, cesaret ve feragat ödüllendirildi, hatta farklı kategoriler için özel madalyalar ihsas edildi. Kadınlara mahsus ilk nişan da bu dönemde uygulanmaya kondu. Nüfuzlu devlet adamları, uzak eyaletlerin ayan ve aşiret reisleri, Müslüman ve gayrimüslim cemaatlerin üst düzey din adamları ve kanaat önderleri, büyükşehirlerin ayan ve ileri gelenleri, silah bırakmış asiler Abdülhamit'in madalya ve ihsana boğdukları arasındaydı. Yabancı diplomat, devlet adamı, tüccar ve askerler bolca ödüllendirildi. Ordu ve toplumun geri kalanı da ihmal edilmedi. Uzak diyarlarda zor koşullarda canı pahasına görev yapan askerler, kahramanlık ve savaş hizmet madalyalarıyla taltif edilirken okul ve medrese hocalarıyla okullarını derece ile bitiren başarılı öğrenciler de madalya almaktaydı. Başarılı mühendis, işadamı, mimar, doktor, çiftçi ve zanaatkarlar da unutulmamıştı."
Ancak toplumun her kesimine madalya verilmesi yoğun rekabet ve enflasyona sebep olur. Göğüsteki madalya ve nişan sayısı o kişinin sultanla ve devletle geliştirdiği yakın ilişkilerin göstergesi olarak algılanır. Bunun üzerine sahte berat ve madalya üretilip satılmaya başlanır.
Muhalifler için ise madalya bir nefret simgesidir. Ancak II. Meşrutiyet'i ilan ettiklerinde, Abdülhamit döneminde eleştirdikleri madalyayı bol bol kullanırlar.
1. Dünya Savaşı patlayınca madalya ile ödüllendirme öne çıkar.
Alman Demir Haç Madalyası örnek alınarak yıldız şeklinde ve kırmızı renkli üretilen Harp Madalyası hem savaşın hem de Çanakkale Zaferi'nin simgesi haline gelir.
Osmanlı İmparatorluğu işgal edilince Mustafa Kemal ve arkadaşları ilk Meclis'i kurup mücadeleye başlar.
İstiklal Madalyası da yeni bir devletin doğuşunun görsel simgelerinden biri olacaktır. Mustafa Kemal bizzat bu iş için uğraşır. İlk teşebbüs encümende reddedilir. Daha sonra bir kanun tasarısı daha hazırlanır. Ekim 1920'de görüşülmeye başlanan tasarıya göre; madalya dört sınıflı olacaktı. Metal kısmı hepsinde aynı olacak, ama veriliş gerekçesine göre dört farklı kurdelesi bulunacaktır. Cephe için kırmızı, cephe gerisi için beyaz, milletvekillerine yeşil, hem cephede hem Meclis'te görev alanlara kırmızı-yeşil kurdele belirlenir.
28 Kasım'da Meclis'teki görüşmeler bir hayli sert geçer. Sol görüşlü vekiller, saltanatın ve istibdatın simgesi olarak gördükleri madalyaya karşı çıkar.
Muhalif ikinci grup ise madalyaya değil zamanlamaya itiraz eder. Bursa ve İzmir işgal edilmiştir, ülkenin bağımsızlığı söz konusu iken madalya için uygun zaman değildir.
Üçüncü grup ise madalyayı destekler ancak milletvekillerine sadece Meclis'e seçildikleri için verilmesine karşı çıkarlar.
Destekleyenlerin de şekille ilgili istekleri vardır. Bu ortamda yapılan ilk oylama yeter sayısı bulunamadığından ertesi güne ertelenir. Mustafa Kemal'in devreye girmesiyle bazı vekiller ikna edilir.
Tasarı, 29 Kasım'da 36 ret ve 2 çekimser oya karşı 54 kabul oyuyla kanunlaşır.
İstiklal Madalyası Kanunu, 4 Nisan 1921'de Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girer.
İlk madalyalar Sakarya Zaferi sonrasında Meclis'in onayıyla 234 kişiye verilir.
İlk İstiklal Madalyası rütbe sırasına göre en kıdemli subay Yusuf İzzet (Met) Paşa'ya verilir. Aynı zamanda milletvekili olduğundan ilk kırmızı-yeşil kurdeleli madalyanın sahibi olur. Albay Selahattin Adil ise ilk kırmızı kurdeleli madalyayı alır. Bir başka ilk ise beyaz kurdeleli İstiklal Madalyası ile taltif edilen 5. Tümen doktoru Yarbay Çengelköylü Ali Rıza Bey'dir. Beyaz kurdeleli bir başka kahraman ise 156. Alay fahri müftüsü Kırkağaçlı Kamil Efendi'dir. Ancak madalya henüz imal edilmediğinden Meclis başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa'nın imzaladığı madalya beratları törenle takdim edilir.
Kurtuluş Savaşı döneminde 1570 civarında madalya verilir. Ancak ağırlık Büyük Taarruz'a katılanlarda olduğu için diğer cephelerdeki asker ve sivilleri üzülür. Özellikle Kuvay-i Milliyeciler'in talepleri 1924'teki kanun ile giderilir.
Göğüsün neresine takılacağı, mirasın kime kalacağı şartları da belirlenir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra tasarım yarışması ve şeklinin üzerinde yapılan görüşmelerden sonra Darphane 10 bin adet madalya üretir.
Ve üretilen elips şeklindeki ilk madalyalar 1925'te törenle Meclis'te takılır.
Daha sonra kurum ve şehirlere de madalya verilir. Kurtuluş Savaşı'ndaki yararlılıkları dolayısıyla Trabzon, Samsun ve İnebolu kayıkçı loncalarına beyaz kurdeleli madalya verilir.
Maraş şehri 1925'te ödüllendirildi, Gaziantep ise uzun süren bir mücadeleyle 2008'de alabilir.
Kuleli Askeri Lisesi'nin yanı sıra 151 alay da madalya almaya hak kazanır.
Toplam 6920 madalya veren Meclis, bu görevi Milli Savunma Bakanlığı'na devreder.
Son yıllarda Kurtuluş Savaşı'nın yüzüncü yıldönümünü anıyoruz. Ve gelecek yıl da Cumhuriyet'in 100. yılını kutlayacağız. Bu günlerde İstiklal Madalyası'nın simgesel önemi de artmakta. İstiklal Madalyası nesilden nesile aktarılarak canlı bir organizma gibi aramızda yaşıyor.