Herkesin bir İstanbul'u var, Nazım Hikmet, "Gülden güzel kokan Arnavutköy çileği/ ve asma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıyla gelir/ Haydarpaşa Garı'nın büfesinde bahar" dizeleriyle ölümsüzleştirir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Osmanlı dönemi, işgal zamanları ve Cumhuriyet dönemini arka plan yaptığı romanlarında ki en ünlüsü Huzur'da Mümtaz'ın gözüyle kadim kenti doğasıyla, tarihiyle ve kültürüyle anlatır. Mehmet Rauf'un Eylül romanı ise bir başka alemdir. Boğaziçi'nin eşsiz kıyıları, balıkları, fırtınası, vapuru ve koruları Suat ve Necip'in aşkıyla dile gelir. Attila İlhan, imparatorluğun başkentini Dersaadet'te Sabah Ezanları'nda başta olmak üzere birçok romanında ve şiirlerinde büyük resim olarak yerleştirir.
BİR MASALDIR İSTANBUL
Kadim kente aşık olan eskilerden daha yakın zamanlara gelirsek... John Freely, Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi'nde hocalık yaptı. İstanbul ve Türkiye'yi karış karış gezdi. Beş ciltlik muhteşem bir külliyat yazdı. Türk edebiyatının değerli kalemi Beşir Ayvazoğlu'nun Bir Ateşpâre Bin Yangın ise İstanbul'a bir saygı duruşu niteliğindedir. Evliya Çelebi'den Orhan Veli'ye, Baki'den Bedri Rahmi'ye, Mehmet Akif'ten Nazım Hikmet'e, Necip Fazıl'dan Ahmet Ümit'e, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Orhan Pamuk'a kadar birçok yazar ve şairin konuk olduğu kitap, geçmişten bugüne mesajlar taşır. Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun "İstanbul deyince aklıma bir masal gelir/ Bir varmış, bir yokmuş" mısralarının izinden giden Haldun Hürel, sayısız İstanbul kitaplarına bir yenisini ekledi. "Bir tarafı ağlayan bir tarafı gülen şehir" dediği İstanbul'un sırlarının, efsanelerinin, doğasının, tarihinin, insanının ve en çok da kültürünün peşine düşüyor, Kapı Yayınları'ndan çıkan İstanbul Ağlayan Şehir'de. Haldun Hürel tam anlamıyla bir kültür sanat insanı... Kardeşleriyle kurduğu Anadolu rock müziğinin babalarından Üç Hürel topluluğunun bateristi olarak yıllarca müzikle uğraştı. Şimdilerde öğretim üyesi olarak sanat tarihi hocalığı yapıyor. Ancak İstanbul sevdası hepsine ağır basıyor. Aslında birbirini tamamlıyor diyelim. İstanbul Ağlayan Şehir kitabında neler mi var? Elinde kahve fincanları dolu tepsisiyle koşuşturan kahveci yamağından Boğaziçi'ne aheste kürekle süzülüp duran "köşklü" kayığına, odun iskelesinde sepetini dolduran hamalından Tekfur Sarayı önündeki kuş satıcısına, Galata'daki meyhanecisinden sur dibinde elindeki 'esrar kabağı' ile mest olmaya çalışan bitirimine, Çıplak Osman'dan nüktedan doktor Nafiz Bey'e, komiser Hüsamettin'den Hıdiv Abbas Hilmi Paşa'ya, Gülhane Parkı'nın yeşilliklerinden Ortaköy'deki Yahya Efendi korusunun ağaçlarına... Bizanslı Teodora'dan Kösem Sultan'a, Lucas Notaras'tan Ebussuud Efendi'ye, "büyücü" Cinci Hüseyin'den Bizans komutanı Belisarios'a, laleden güle, sümbülden bülbüle... Şehrin efsaneleri, menkıbeleri, doğası, tarihi, kültürü ve tabii insanı hiç kuşkusuz binlerce yıldır büyük bir birikimle bugünlere gelmiş ve değerine değer katmış. Ancak; devasa sorunları, gittikçe içinden çıkılmaz hale gelen yaşam şartları, trafiği, tozu, dumanı, kalabalığı arasından Hürel'in deyişiyle 'altın kutularda saklanan eşsiz mücevher değerindeki tarihinden' yola çıkarak önemli bir katkı sağlıyor hoca. Farklı bir bakış açısı sunup, eksikleri ve hataları saptayıp, çözüm önerilerini sıralıyor, ki bu da kitabı başka bir yere koyuyor.
MEYDANLARIN GÜZELLİĞİ ORTAYA ÇIKSIN
Şehir estetiği, çevre temizliği ve tarihi eserlerin korunması konularında ne tür sorunlarla karşılaşacağız diye çıktığı gezide önerilerini sıralıyor. Sultanahmet ve Beyazıt meydanları, Divanyolu, Aksaray, Eminönü gibi tarihi meydanları, ağır araç yükünden, otopark ve gelişigüzel yapılmış binalardan kurtarıp buraları tarihine yakışır şekilde düzenlenmesi üzerine fikir yürütüyor. Karaköy-Azapkapı güzergahı, Haliç-Unkapanı'na uzanan yolun iyileştirilmesi, surlar, tabelalar, şehrin tarihsel damgası yedi tepeli şehre yakışacak manzara terasları, Mimar Sinan'ın "Çıraklık eserim" dediği Şehzade Mehmet Külliyesi, "Kalfalık eserim" dediği Süleymaniye Külliyesi arasında bir Sinan rotası oluşturulması, Yenikapı'daki Teodosios limanının tarihi bir parka dönüştürülmesi, Sultanahmet hipodromundaki Bizans kültür mirası üç anıt eserin tanıtım kitabelerinin elden geçirilip yeniden düzenlenmesini öneriyor. Bizans ve Osmanlı döneminin yerleşim ve çarşı merkezleri Kumkapı-Laleli-Kadırga'daki devasa işyerleri, büyük afiş panoları, ışıklı tabelalar, korkunç boyutlardaki taşıt trafiği, gürültülü, estetik yoksunu binalar ve yaya kaldırımlarının gelişigüzel işgali bu bölgeyi perişan ediyor. Buradaki tarihi semtler ve varlıkların öne çıkarılması, bölgenin gezilebilir ve anlaşılabilir olmasının önemine dikkat çekiyor Haldun Hürel. Tarihi yarımadanın Marmara Denizi kıyısındaki güney mahallesi olan yalı bünyesindeki Türk ve gayrımüslim mabetleriyle, ahşap konut yapılarının ele alınıp yeniden düzenlenmesi... Fiziki olarak halen ayakta olan bu yapıların ihya edilmesiyle kültür ve turizme yönelik turlar ve mekanların açılmasının yapacağı katkıyı vurguluyor. Saraçhane Meydanı'ndaki radyo kutusu gibi duran devasa çirkin belediye binasının yıkılıp, arazisinin tarih-kültür parkına dönüştürülmesi için vaktin geldiğini söylüyor.
GÖZDE ESERLERE DİKKAT ÇEKİLMELİ
"Kadıköyü'nün kıyıları mutena bir semt köşesi mi yoksa başıboş bir arsa mı?" diye soran Hürel, şehrin her tarafına olduğu gibi burada da yaya ve yol düzenlemesinin önemine dikkat çekiyor. Ha keza Asya tarafındaki en eski Türk yerleşim yeri Üsküdar Meydanı ve çevresi de ilgi bekliyor... Boğaziçi kıyılarındaki başta Cihangir, İstinye, Arnavutköy, Yeniköy, Beykoz sırtlarındaki 'düpedüz gecekondu" dediği çirkin yapılara da bir dur denmeli diye düşünüyor. Tarihi binaların, özenle tanıtımının yapılması ve ilgi çekici hale getirilmesini gerektiği üzerinde duruyor. "Süleymaniye Külliyesi ve çevresi, Fener Rum Lisesi, Karaköy'deki Osmanlı Bankası ve diğer binalar, Sütlüce Mezbahası, Tünel'deki Botter ve Sirkeci'deki Vlora hanları, Büyük Postane, Degucis Köşkü, Sirkevi ve Haydarpaşa garları, Sepetçiler Kasrı, Kamondo Merdivenleri, Galatasaray'daki Çiçek Pazarı, Çemberlitaş'taki 2. Mahmut Türbesi, gözde eserlerdir, azami dikkat ve özen gösterilerek çok daha fazla görünür kılınmalıdır" diye yazıyor. Liste uzayıp gidiyor... Ve 'sürekli kazma kürek sallanan, beton makineleri çalıştırılan İstanbul hiç kimsenin babasının çiftliği değildir' diyerek son noktayı koyuyor: İstanbul hepimizin şehri, tapusu bizim...