Modern edebiyatın önemli yazarlarından Kafka'nın sinemaya olan düşkünlüğü bilinir. Hatta sinema sanatının ilk hayranlarından biri olarak da kabul edilir. Ama özel olarak sinema üzerine bir kitabı bulunmaz. Lakin Hanns Zischler, Kafka Sinemaya Gidiyor kitabında (Everest Yayınları) iğne ile kuyu kazar gibi Kafka'nın günlük ve mektuplarını inceleyerek onun sinema sevgisinin peşine düşüyor. Henüz sinemanın emekleme dönemine denk gelen Kafka'nın, buna rağmen hatırı sayılır bir biçimde sinema üzerine kafa yorduğunu anlıyoruz bu kitaptan. Filmler, oyuncular, sinemanın toplumsal alandaki karşılığı, filmin izleyicide yarattığı büyü gibi farklı alanlarda cümleler kuruyor Kafka günlük ve mektuplarında. Bir edebiyatçının sinemaya olan bu düşkünlüğü önemsenecek bir durum. Ama öyle bir kitap çıktı ki yakın zamanda bunun tersinin de söz konusu olduğunu görüyoruz. İtalyan sinemasının usta yönetmenlerinden Pier Paolo Pasolini'nin romanı Kenar Mahalle Çocukları'ndan (Can Yayınları) bahsediyorum. Çektiği filmler hâlâ güncelliğini koruyan yönetmen bir edebiyatçı olarak karşımıza çıkıyor. Aslında eski bir roman. Ama Can Yayınları tekrar bastı bu romanı. Bu iki kitap edebiyatçıların sinemaya, sinemacıların edebiyata olan ilgisini düşürdü aklıma... Okur/izleyici olmanın ötesine geçip roman ve öykü yazan sinemacılar, edebiyatçı olup sinema üzerine kalem oynatan edebiyatçılar... Şimdilerde herkes 'kendi mahallesinde' varolmak istese de eski zamanlarda durum biraz farklıymış anlaşılan. Sanatçılar kendilerini sadece ürettikleri sanat alanına sıkıştırmak yerine sanatın her dalıyla ilgileniyor, kalemlerini de bu alanlarda yontabiliyormuş.
ROMAN ÖDÜLÜ ALAN BİLE VAR
Mesela Yılmaz Güney... Boynu Bükük Öldüler romanı ile Orhan Kemal Roman Ödülü'nü alacak kadar edebi bir yönü var aslında. Ki öyküleri de bulunuyor Güney'in. Yakın zamanda İthaki Yayınları bu kitapları yayımladı. Birkaç ay önce kaybettiğimiz Cüneyt Arkın ise az bilinse de öykücüdür. Öyküleri kitap olarak basılmamış olsa da onların vakti zamanında kimi dergilerde yayımlandığını biliyoruz. Belki önümüzdeki günlerde yayımlanır da Arkın'ın bu yönü de bilinir olur. Bağımsız Türk sinemasının önemli yönetmenleri Derviş Zaim (Ares Harikalar Diyarında, Rüvet), Tayfun Pirselimoğlu (Kayıp Şahıslar Albümü, Şehrin Kuleleri, Çöl Masalleri, Kerr, Otel Odaları, Berber, Kadastrocu...) yine romanları olan yönetmenler. Ki onların açtığı yoldan Onur Ünlü'nün de gittiği söylenebilir. Çünkü geçen yıllarda çıkan romanı Kız Çocuğu gayet iyiydi. Şimdi madalyonun öteki yüzüne bakalım. Salah Birsel, Attila İlhan, Enis Batur, Selim İleri, Oktay Akbal, Fethi Naci, Tarık Dursun K. gibi isimleri hatırlıyorum sinema üzerine ufuk açıcı yazılar yazan edebiyatçılar olarak. Mesela Füruzan sinemayla ilgisini senaryo yazıp yönetmen olacak kadar ileri götürür. Gülsün Karamustafa ile kendi eserinden çektiği Benim Sinemalarım en sevdiğim Türk filmlerinden biridir. Meslektaşlarım Uğur Vardan (Çelişki Bilmez Lezzet'in Geçmiş Zaman Maceraları), Mehmet Açar (Siyah Hatıralar Denizi, Kayıp Hasta, Hayatın Anlamı: Ya da Akhisarlı Hasan Tütün'ün Maceraları), Murat Erşahin (Küçük Sırlar Dükkanı, Mümkünse Sıra Başı Olsun Lütfen!) Rıza Kıraç (Ucuz Ölüm, Kifayetsiz Pastoral, Londra'da Hoş Cinayet), Ceyda Aşar (Kadınlar Tuvaleti, Fena Şeyler Mutlu Sonlar), Uygar Şirin (Büyük Deniz Yükseliyor, Anne Tut Elimi, Karışık Kaset) de yine sinema yazarları olmanın ötesinde edebiyatçı olarak roman ve öyküler yazan kalemler. Yakın zamanda kaybettiğimiz Murat Özer'in de yine yayımlanmamış olsa da yazdığı öyküleri var. (Ki onları bir kitap olarak yayımlamak da boynumuzun borcu). Günümüz dünyasında her sanatçının sadece kendi ilgilendiği alanda üretim yapması, sanatın farklı alanlarıyla ilişki kursa da o alanla ilgili üretim yapmaması geleneği bilenler için biraz garip geliyor. Bu tabii şimdiki zamanın bir gerçeği ama sanat ve sanatçı dediğimiz mesele de çok boyutlu ve katmanlı... Sanatçının yeni bir dünya kurabilme yeteneği varsa bunu farklı alanlarda yapmasını beklemek, en azından gelenek böyle, bana daha normal geliyor.