Rasim Özdenören, Türk öykücülüğünde çok önemli bir yeri temsil ediyordu. O yer tam anlamıyla düşünceyle, kurgu sanatının birleştiği müstesna bir yerdir. Özellikle yazmaya başladığı dönem ile içinde bulunduğu çevre ve şartlar göz önünde bulundurulduğunda, Özdenören'in eksikliğini fazlasıyla hissedeceğiz. İlk etapta kapalı, karanlık gibi duran öyküleri, insanın iç dünyasını kavramaya çalışan bir anlayışın ürünleridir. Öyküler kendilerini hemen açmaz okuruna. Okurdan da biraz çaba göstermesini ister. Çözülmekte olan durumların öyküleridir. Bulanık görüntülerden sadeliğin doruğuna doğru çıkartır sizi Özdenören. Kendisiyle özdeşleşen tek romanı Gül Yetiştiren Adam anlatısında olduğu gibi kahramanlarını evden dışarı çıkartmak istemez. Derin bir havf halinde, sanki modern dünyayı protesto etmektedirler. Kuran okuyarak, yalvararak, yakararak, dua ederek geçirmektedirler günlerini. Ve derin bir yarılma (Özdenören'in ifadesiyle çözülme) gerçekleşir ve evden çıkmayan kahramanlar, karakterler bir anda toplumun arasına karışırlar. Ve büyük bir yok oluşun yaşanmakta olduğunu fark ederler. Bu yok oluş, kendi köklerinden, inançlarından, kültürlerinden koparılmış insanların yok oluşudur. Ben, Rasim Özdenören'i bu izlek çerçevesinde okumak gerektiğini düşünürüm. Öte yandan, Özdenören öykü sanatımız açısından bir başlangıcı da ifade eder. Hatta bana Ömer Seyfettin'i de çağrıştırır. Edebiyatımızda bazı ilkler vardır ki, herkes, hakkında birtakım bilgilere haizdir ama ayrıntıdan niyeyse yoksundur. Bu ilklerden en önemlisi Ömer Seyfettin'dir. Genç Kalemler'deki çıkışı, Türkçe konusundaki hassasiyeti, öykü sanatının tam anlamıyla modern bir temsilcisi olması bizim açımızdan çok kıymetli yapar yazarı. Kendisinden öncesi elbette var ama Ömer Seyfettin'e gelindiğinde geleneksel unsurlar taşıyan anlatma sanatı başka bir hüviyet kazanıyor. Ömer Seyfettin'in her öyküsü aynı zamanda bir fikri ifade etmek için yazılmış gibidir. Tezlidir, küçük kıssalar barındırır içinde. Yazım tekniği anlamında farklı bir yerde durur Ömer Seyfettin. Mesela serim, düğüm, çözüm gibi modern hikaye anlatma unsurlarını uygulamıştır metinlerine. Gelin görün ki Ömer Seyfettin'in bu çabası bizde ne yazık ki tam anlaşılamamıştır. Uzun seneler "çocuk yazarı" gibi gösterilip esas eserlerinin üzeri örtülmeye çalışılmıştır. Bunda tabii Turan fikri, Türkçede sadeleşme atılımının etkisi büyük. Yeri gelmişken Ömer Seyfettin'in dilde sadelik iddiasından da bahsetmek gerekebilir. Seyfettin'in dil fikri Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki TDK'nın dilden 'yabancı!' kelimeleri atmak savurganlığı tarzı bir iddia taşımaz. Dilimizdeki Türkçe kelimelerin daha da öne çıkarılması gerektiğini ifade eder. Dilimizdeki diğer kelimelerin de kurallar dâhilinde yine Türkçeleştirilmesini ister. Yani onunki otobüse 'çok oturgaçlı götürgeç' demek gibi karikatür bir düşünce değildir. Ama tabii Seyfettin'in dilimiz üzerine düşünceleri ayrı bahis. Yazıya Özdenören'le girip Ömer Seyfettin'den bahsetmemin bir sebebi var. O sebep de, iki öykücünün de öykü sanatıyla birlikte aynı zamanda kendilerine ait olan bazı düşünceleri birlikte yürütmede gösterdikleri başarıdır. Özdenören de Seyfettin gibi öykücü kişiliğiyle düşünür kimliğini yan yana sağlam bağlar kurarak yürütmüştür. Özdenören, ömrü boyunca öykü sanatına sadık kalsa da, bazen düşünce kitapları öne geçer, bazı zamanlarda da öyküleri... Denemedeki ustalığı da tartışılmazdır, hatta birçok zor meseleyi kıvrak Türkçesi ile anlatmayı başarmıştır Özdenören.
YERLİ DAMARINA DİKKAT ÇEKTİ
Özdenören'in düşünceleriyle öykülerinin bazı benzerlikler hatta bütünlükler taşıdığını söylemiştim. Bu anlamda en büyük meselelerinden birisi "modernlik"tir. Hatta Türkiye'nin "çarpık" modernleşmesiyle ilgili kapsamlı fikirler üreten ilk isimlerden birisidir. Özellikle Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler kitabında, dindarların gündelik hayatta yaşadıkları bazı zorlukları yine Kuran ve Sünnet üzerinden bir okumayla çözmeye çalışır. Gündelik hayatın sosyolojisini yaparak bazı çıkış kapıları arar ve bulur. Aynı durum öykü sanatındaki çabası için de geçerlidir. İlk kitabı Hastalar ve Işıklar Sezai Karakoç'un dikkatini çekecek, hakkında bir de yazı yazacaktır. Kimlik ve yabancılaşma, Anadolu'nun hızlı değişimi, Müslümanların modernlik karşısındaki hayretleri; yalnızlık, benlik arayışı gibi konu başlıkları temel ilgileri arasındadır Özdenören'in. Zaten öykü kitaplarına seçtiği isimler de bu kavramlar üzerindeki sıkı düşüncelerinin birer kanıtıdır neredeyse: "Hastalar ve Işıklar, Çözülme, Çok Sesli Bir Ölüm, Çarpılmışlar, Denize Açılan Kapı, Kuyu, Hışırtı, Ansızın Yola Çıkmak, Toz, İmkânsız Öyküler, Uyumsuzlar, Kör Pencere." Faulkner, Kafka, Passos gibi modern yazarlara çeker dikkatleri. Kendi coğrafyaları içinde de bir tür "yabancılaşma" yaşayan bu yazarları yeniden okumak ister her keresinde. Büyük Doğu, Diriliş, Mavera ve Edebiyat dergilerinde başlayan denemeci kimliğinde de önceleri edebiyat meseleleri ve kuram üzerine yazılar üretirken sonralara doğru siyasete de yaklaşacaktır yazdıkları. Ruhun Malzemeleri'nde topladığı yazıları yayımlandığı dönemde çok ilgi görür. Özellikle İslami Edebiyat kavramını ilk kullananlardan biridir ve önemli bir tartışmanın da kapısının aralanmasına sebep olmuştur bu yazıları. Müslümanca düşünme nasıl olmalıdır, Müslümanca yaşama pratikleri nelerdir, modern çağın saldırılarına karşı nasıl ayakta kalınabilir, Müslümanlar bu savaşım karşısında tavırlarını korurken nelere dikkat etmelidirler? Sorduğu soruları cevaplamaya çalışırken, özellikle Nuri Pakdil'le birlikte gelişen "duruş" kelimesine atıf yapar ve yazılarıyla da duruşu artık kavram düzeyinde düşünmeye çalışır. Müslümanların kimliklerine karşı yapılan saldırıların arttığı zamanlarda yazılan denemeler, düşüncesinin geçtiği aşamaları da haber verir bize. Bu kitapları da şöyle sıralamak mümkün: Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Müslümanca Yaşamak, Yeniden İnanmak, Yaşadığımız Günler, Kafa Karıştıran Kelimeler, Red Yazıları, Eşikte Duran İnsan, Düşünsel Duruş, Hadislerin Işığında Hz. Muhammed, İki Dünya, Çapraz İlişkiler, Ben ve Hayat ve Ölüm. Özdenören hem fikir yazılarında hem de öykülerinde kendimize ait bir dilimizin olmasını, kavramlarımızı yeni baştan üstelik yerlilik damarına sadık kalarak üretmemiz gerektiğini, Müslümanca tavrı hayatımızın her aşamasında da göstermemiz gerektiğini söyler hep. Kimlik ve aidiyet kavramlarına onun kadar kafa yoran başka bir yazarımız neredeyse yok gibidir. Bütün eserleri okunduğunda görülecektir ki, edebiyatla felsefeyi birbirine yakın tutup, oradan yepyeni düşünme pratikleri bulmuş ve geliştirmiştir. Şaşkın vadilerde gezinen yazarlar gibi yapmamıştır, her eylemi, günümüz Müslümanları için yeni düşünme alanları açmıştır. Büyük bir öykücü, büyük bir yazar, soylu bir eylem adamıdır. Tekrar tekrar rahmet olsun. Mekanı cennet, makamı âli olsun.