Yavuz Ekinci ciddi bir okur kitlesi olan, kendi iç sesini çoktan bulmuş, üslubuyla edebiyatseverlerin beğenisini kazanmış bir yazar. 1979, Batman doğumlu. Siirt Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü'nü bitirdi. Yazın hayatına öyküyle başlayan Ekinci, 2004 yılında Meyaser'in Uçuşu, 2006 yılında Sırtımdaki Ölüler, 2008 yılında Bana İsmail Deyin kitaplarını yayımladı. Meyaser'in Uçuşu, Yaşar Nabi Nayır Ödülleri'nde dikkate değer bulundu. Ekinci, Sırtımdaki Ölüler kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü'nü, Bana İsmail Deyin kitabıyla ise Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü kazandı. İlk romanı Tene Yazılan Ayetler 2010 yılında, ikinci romanı Cennetin Kayıp Toprakları 2012 yılında yayımlandı. Bu roman İz/Reç adıyla aynı sene sinemaya uyarlanarak 31. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde Onat Kutlar Jüri Özel Ödülü'ne layık görüldü. Eserleri birçok yabancı dile çevrilen, 17 seneyi aşkın bir zamandan beri kitap yayımlayan Ekinci, 2021 yılında çocuklar için yazdığı Miro ile Şino kitabının yayımlanmasından bir sene sonra bu kez yeni romanı Belki de Dünyanın Sonundayım ile okurla yeniden buluşuyor.
FONDA TARİH VAR
Everest tarafından yayımlanan Belki de Dünyanın Sonundayım fonuna tarihi alan bir roman ama bir tarih romanı değil. Sultan, şehzadeler, baba-oğul ve iktidar ilişkisi, güven, zafer, ölüm, hatırlanmak gibi pek çok temayı barındıran romanda bazı isimler yer yer tanıdık gelse de, belli bir tarih üzerine odaklanmıyor. Tarihi sadece fonda tutuyor. Bizi asıl insanlık durumları adına vermek istediklerine odaklıyor. O yüzden tarihi karakterlerde gerçeklik aramamıza fırsat vermiyor. Zaten, konuştuğumuz yazar da kitabı için "Roman belirli bir tarihte geçmiyor. Kimi yüzler isimler, tanıdık gelse de sadece bilinen bir tarih ve dönem üzerinden yazmadım" diyor. Roman Şehzade Davut'un gördüğü bir idam kabusuyla açılıyor ki, yazarın tek bir detayı atlamadığı müthiş incelikli ve keskin üslubuyla adeta bir sinema filminin içine ışınlanıyoruz... Hayatta kalma korkusuyla hatırlanma kaygısının iç içe geçtiği bir kabus... İnsan göçüp gittikten sonra sözünün yankısı kaç kuşağa ulaşır sahi! Romanın sorularından biri de bu zaten. Yazar "Her şey bittiğinde seni kim hatırlayacak?" diye de soruyor... Romanda taht kavgası bir nevi gökten yere iniyor ve hepimizi içine çekip, hayatta kalma kavgasına dönüşüyor. Yazarın kucaklayıcı ve derin üslubuyla günlük hayatımıza da değiyor. Hayatta kalma kavgası, yaşam mücadelesi de her birimizin küçük taht kavgası değil midir zaten! Taht için sultanın oğlunu, kardeşin kardeşi öldürmesi saltanat ve zulüm ilişkisini ortaya koyarken, insanların da kendi hayat mücadelelerinde bazen yanındakileri nasıl ezip geçtiğini de gösteriyor...