Savaş üzerine çekilen tüm filmlerde çokça rastlanan bir sahnedir: Bir asker güçlü konuma geçmiştir, tetiği çekmesiyle silahsız kalmış diğer askerin, belki de bir sivilin yaşamı son bulacaktır. Kimi zaman bu durumdan kurtulan kişi, durumlar değişince geri dönüp o silahı elinde tutanı öldürür. Savaşlar biter, yenileri başlar, insanlığın öldürme içgüdüsü bitmez. Sahi Kitap'tan çıkan Alexander Starritt'in yazdığı Biz Almanlar romanına başlarken de akla ilk gelen, kapaktaki Walther PPK silahın ne zaman patlayacağı oluyor. Yazarına Dayton Edebiyat Barış Ödülü kazandıran Biz Almanlar'da İskoç kökenli Alman yazar Starrgitt, her gün televizyonda izlediğimiz savaşların sebep olduğu yıkımları anlatırken gözümüzü bilim insanı olmayı hayal eden bir gencin asker olarak yaşadığı dönüşüme çeviriyor. Gitgide normalleşen ölümler karşısında artık öldürmenin normalleşmesini anlatıyor. Kahramanımız önceleri şaşkınlık yaşarken, savaş şartlarının ağırlaşmasıyla öldürmeye haklı sebepler bulmaya başlıyor. Ancak her hamlesinde önce kendisine sonra yanındaki askerlerin davranışlarına tekrar ve tekrar şaşırıyor. Dönüşüme direniyor. Ama hayatta kalmak için de öldürmeyi sürdürüyor. Yazar romanda betimlemeleriyle okura sık sık eline kalem aldırıp altını çizecek satırlar bağışlıyor. Mesela "Cehennemdeyiz biz diye düşündüğümü hatırlıyorum. Burası cehennem, lanetlendik biz. Birileri cezamızı vermek için ölmemizi bekleyemedi, cehennem kalkıp buraya, loş Ukrayna kırlarına çöktü." Ya da "Kapıdaki ölünün yanından geçtik. Bacakları kıvrılmış, kollar yayılmış halde yatıyordu, fizik tedavi egzersizi yapıyordu sanki."
TOPLU SUÇ MU, BİREYSEL SUÇ MU?
Pek çok asker gibi savaşta istemediği şeyleri yapmak zorunda kalan romanın kahramanı, Hitler'in bir askeri olarak toplu suç kavramını da sorguluyor: "Tek yaptığın Almanya'nın ortasında bir lastik fabrikasının mutfağında yemek yapmak olsa bile, o yemekler, insanları ölüme götüren lastikleri yapan işçileri besliyordu." Roman boyu Almanların kimlik vurgusu yaptığı cümlelere "Biz Almanlar" diyerek başlayan Starrgitt'in dünyanın işlenen büyük suçlara karşı ikiyüzlülüğünü altı çizilesi şu satırlarla anlatmaktan kendini alamıyor: "Alman generalleri sivilleri hedef alınca bunun idamlık bir suç olduğunu, ama aynısını Britanyalılar Dresden'de ya da Amerikalılar Tokyo'da yapınca buna talihsiz bir gereklilik dendiğini anlatıp duruyordum." Yazarın önemli saptamasyla yazıyı noktalayalım: "Dünya tarihi kimi yaşamlara fena çarpıyor. 1920'lerde değil de 1980'lerde doğduğum için, çağımın bana en büyük kötülüğü, 2008 krizinde ilk işimi elimden almak oldu, beni iç siper kazıp adam vurmaya Rusya'ya göndermediler."