Turkuvaz Kitap bir süredir mühim bir iş yapıyor. Sadettin Ökten ve Kemal Sayar'ın bir araya gelerek kaydettikleri radyo programlarının dökümünü yayımlıyor. "Gönül Sadası'ndan Akisler" alt başlığıyla yayınlanan kitaplar, güzel bir seri olmaya doğru ilerliyor. Serinin ilk kitabından bu yana da büyük bir ilgiyle takip ediyorum bu kitapları. Dördüncü kitabın adı da manidar: Dem Bu Demdir Saat Bu Saat... Dünyaya Geldim Gitmeye adıyla başlayan seriye seçilen isimler bile, bu sohbetin işaret ettiği hakikati açıklamak için gayet doyurucu.
Kemal Sayar, biliyorsunuz bir psikiyatri profesörü. Ama Sayar hoca, bizim kuşak için aslında önemli bir şair ve öykücüdür. Özellikle Hızır ve Roza isimli kitabındaki şiirleriyle dikkati çeken Kemal Sayar, sonrasında İki Güneş Arasında adıyla yayımladığı şiirleriyle de bu dikkati önemli bir çerçevede bir araya toparlamıştı. Başka şiirler de yazdı Sayar. Bugün toplu şiirlerinde Sayar'ın şiir sanatındaki yeteneği gelişim sürecinden başlayarak izlenebilir. Kendisiyle karşılaşmalarımızda da ifade ettiğim gibi gönlüm hep Kemal hocanın şiir yazmasından yanadır. Fakat anladığımız kadarıyla bir yerde meslek ağır basıyor. Orada da yabana atılmayacak bir iş yaptı Kemal hoca. Çok önemli kitaplar neşretti ve o yayınlarıyla da alanında kendisinden sitayişle söz ettiren uzman bir yazar olmayı başardı. Hatta diğer meslektaşlarından ayrılan en önemli yanı da, edebiyatçı olmasının verdiği "güzel yazmak" alışkanlığıydı. Çünkü okur Sayar'ın yazdıklarını okurken hiçbir zaman bir ruh doktorunun metinlerini okurmuş gibi hissetmez. İddialı bir cümle kurduğumun farkındayım ama en azından bir Sayar okuru olarak bizzat ben öyle hissediyorum. Okur, psikolojiyle ilgilenen bir edebiyatçının metinlerini okuyor gibidir. Bu özelliği de Sayar hocanın yazdıklarını diğer meslektaşlarından itina ile ayırıyor. Dolayısıyla günümüz okuru için her yaş ve öğrenim düzeyindeki insana seslenen birtakım önemli metinler çıkıyor ortaya. Sadettin Ökten hoca aslında bir mühendistir. Hatta yapı mühendisliği hocasıdır. Ve bence en dikkat çekici tarafı mesleğinden edindiği bazı teknik bilgileri birtakım irfani bilgilerle birleştirmesinden ileri gelir. Ökten hocanın medeniyet eksenli sohbetleri ise her zaman dikkatimi çekmiştir. Eskilerin "sohbet şeyhi" diye tanımladıkları bir karakteri vardır gibi gelir bana. Konuşmasındaki letafet, ele aldığı konuları işleyişindeki hakikat vurgusu derin ilmiyle birleşir ve teknik bir meslek sahibi olmasına rağmen ilgilendiği alanlar itibariyle "irfan" mektebinin günümüzdeki isimlerinden birini karşımıza çıkarır. Gelelim serinin dördüncü kitabı Dem Bu Demdir Saat Bu Saat'e... Diğer kitaplarda olduğu gibi yine seçilen temel bir mesele üzerinden Sayar ve Ökten hocaların yorumlarını okumaya devam ediyoruz. Hem hayat dersi, hem tarih bilgisi. Hem eskiye dair hikâyat, hem yeniyi nasıl anlayacağımıza dair önemli bir yaşam kullanma kılavuzu. Modernliği nasıl anlayacağız ve kendimizi ona karşı nasıl savunacağız? Gönül neresidir, akıl kimdedir? İtikat derken neyi kastediyoruz? Geçmiş takvimlerden neler öğrenebiliriz? Ahirete ne kadar yakın, dünyaya ne kadar uzağız? Karşılıksız sevmek nasıl bir duygudur? İman nedir yahut insan nasıl iman eder? Hüzünle melankoli nasıl birbirinden ayrılır? Aşk nedir, dem nedir? Zamanın neresindeyiz?
İKİSİ DE BİR TAŞ AMA...
Soruların hepsi zihin açıcı. Cevapların hepsi gönle de akla da hitap ediyor. İkili, kendi meslek sahalarından da dersler veriyorlar, örnekler çıkarıyorlar. İlgilendikleri diğer sahalardan da daha önce duymadığımız bazı ayrıntıları aktarıyorlar. İşte yukarıda saydığım sorulara bir ruh doktoru ve şair nasıl cevap verirdi, bir düşünün isterseniz. Peki ya, bir mühendis ve mutasavvıf nasıl cevaplardı bu soruları. Sohbet öylesine güzel akıyor ki, kendinizi bazen İstanbul'un eski bir tekkesinde diz kırmış otururken buluyorsunuz veya Beykoz'un bir mesireliğindesiniz ya da eski bir kıraathanede ikiliyle birlikte oturmuş çay içiyorsunuz. Öylesine sıcak, öylesine sahici, öylesine mesafesiz. Bir de tabii Ökten ve Sayar hocaların ayrı neslin insanları olmalarının verdiği zenginliği de eklerseniz, ortaya tadına doyulmaz bir sohbet çıkıyor; bir yaşam kullanma kılavuzu, sufiler için el kitabı, yorgun ruhlar için danışma metni, aylaklar için yol haritası, aklı başındalar için tadımlık bir sözlük, okumuşlar için tatlı bir kıraat, talebeler için bulunmaz bir hazine... Velhasıl çok renkli ve çok yelpazeli bir okur kitlesine sesleniyor kitap. Mesela şu satırların altını çizmişim: "Hacı Bayram-ı Veli'nin şiirinde de bahsolunduğu gibi eskiden taş ustaları varmış. Usta, çekiçle taş yontarken her darbede bir 'İsm-i Celal', kalbinden ve dudağından geçermiş. İşte bu insan, Süleymaniye'yi inşa ediyor. Peki şimdi bu insanın misali var mıdır? Günümüzde bu insana tesadüf edebilir miyiz? Neden olmasın. Allah yaratmaya muktedirdir. Gayret edeceğiz. Eğer betonarmeyi insan gibi kullanırsak emrimize müheyyadır. Firavun'un piramidi yaptırdığı taşla, Süleymaniye'de kullanılan taş aynı maddeden yapılmadır. İkisi de taştır; ama biri ezer, diğeri sizi ihya eder. Çünkü onda İslam medeniyetinin ruhu var. Firavun'un yaptırdığında ise 'ben' var." Nispet, iktifa ve üslup... İyi okumalar efendim.