Bu ülkenin yetiştirdiği en önemli zihinlerden biri olan Prof. Dr. Teoman Duralı'nın önemli özelliklerinden biri felsefe alanında yaşayan en yetkin otoritelerden biri olmasına rağmen içinden çıktığı millete ve kültüre yabancılaşmamış bir aydın olmasıydı. Dünyaya hâkim olan medeniyet ve sistemi derinden tahlil eden bir felsefeci olmakla birlikte kendi değerlerine yabancı kalmayacak kadar kişilikli ve felsefi düşünce sisteminde öz diline, kültürüne, İslam'a, maneviyata ve irfani geleneğe vurgu yapan, Türkçeyi felsefe dili hâline getiren bir düşünürdü.
Hayatı da ilginçti Duralı'nın. Bir tarafından Osmanlı'ya dayanan köklü bir aile, anne tarafı Alman. Eşi ise Fransız... Kendisi Zonguldak'ta doğmuş, ablası İstanbul Moda'da, ağabeyi ise Almanya'da... Baba Sabih Bey uzun yıllar devlet memurluğu yapmış sonrasında Demokrat Parti'den milletvekili olmuş... Prof. Dr. Duralı, tam bir kültür mozaiği... Bir eli Batı'da diğeri Doğu'yu kavramış, bir ayağı taşrada öbür ayağı metropolde... Ama kesin olan bir şey var, kalbi bu topraklarda, bu kültürdeydi hep.
Yakın dönemde Turkuvaz Kitap'dan Öyle Geçer Ki Zaman adında bir nehir söyleşisi yayınlanmıştı hocanın. Hayatının dönüm noktalarını, Türkiye'nin ve dünyanın dönüm noktalarıyla, felsefenin dinamiğiyle anlatmıştı. Yaşadığımız coğrafyanın kültürüne vakıf olduğu kadar Batı kültürüne de hakimdi... Kendini tarif ederken şöyle diyordu büyük usta: "Tipim nedeniyle Batılı görünüyorum. Bunlar çok büyük, çok esaslı kültürler. Avrupa'nın belli başlı kültürleri. Bunlardan birine çakılıp kalmak işten bile değil. Ve çoğunlukla aydınlarımız bunlardan birinin militanı, partizanı olur. Annemin ve gittiğim okulun bu kültürlerden birine mensup olması ve karımın da başka bir kültürden gelmesi bir üçgen oluşturdu. Büyük ihtimalle çevremin böyle olması beni bu kültürlerden birinin militanı olmaktan kurtardı."
Doğu'ya olan büyük ilgisini ise biraz şaka yollu şöyle özetliyordu: "Bir tek şeyin militanıyım o da Galatasaray! Belirli bir Avrupa kültürüne yapışmışlığım yoktur. Doğu'ya duyduğum ilgi nereden geliyor? Birincisi mensubu olduğum bu millet Doğu'dan geliyor. Bugün biz bunu ne kadar inkar edersek edelim Asyalıyız, Avrupalı değiliz. Bunu görmemek, göz ardı etmek istiyoruz ama secde ettiğimiz, girmek için takla attığımız Avrupa bunu biliyor. Ve bizi kovuyor, bu çok aşağılayıcı bir şey. Sevsem de sevmesem de bu milletin ürünüyüm, buradan çıkmayım ve tüm ömrümü burada geçirdim. Limanım hep burası olmuştur. Millet olarak da hep ben buraya bağlı oldum. Kırık dökük öğrendiğim üç, beş dil varsa da benim dilim Türkçe olmuştur. Almanca anne dilimdir."
FELSEFECİ OLMAK ELEŞTİRMEK DEMEKTİR
"Benim eleştiremeyeceğim tek bir merci varsa o da Allah'tır. Her insanın olumlu ve olumsuz tarafları vardır. Olumsuz tarafları çok olan vardır, cahiller, canavarca işler yapanlar. Onlarda olumlu bir şeyler bulmaya uğraşmam. Ama bazı insanlarda olumlu tarafları da olumsuz tarafları da görüp söyleyebilmek lazım.
Mesela Atatürk'ün olumlu taraflarını görüp, olumsuzlarını görmemek onu tanrılaştırmak olur. Ben de buna yekten karşı bir kişiyim. Ben insana tapmayı katiyetle reddederim. Ve hiç kimsenin baştankara karşısında değilim. Atatürk'te şunlar yanlıştır dediğimde 'Vay Atatürk düşmanı' diyorlar, ne alakası var! Niye öyle bir şey olsun.
Yani kişisel olarak benim ona karşı olmam için bir sebep yok. Ama dediğim gibi son derece tuttuğum yanları var, tutmadığım yanları da var. Bunu ben İsmet Paşa için de söylüyorum, Adnan Menderes için de söylüyorum... Hataları görmemek benim meslek ahlakıma aykırı bir şeydir. Felsefeci olmak eleştirmek demektir."
DOĞU'DA NEDEN YERDE OTURULUR?
"1920'li yıllarda 'Camiyi kiliseye benzetebilir miyiz?' tartışması ortaya çıkmıştır. Kilisede sıralar vardır. Batı'nın en önemli medeniyet özelliklerinden biri bu oturulacak yerlerdir. Kilise tamamıyla Batı anlayışına uygun inşa edilmiştir. Islahat görmüş Yahudiler de Hristiyanların bu özelliğini almışlar. Havradaki sıralara oturularak ibadet ediliyor onlarda da. Uzakdoğu'da Çin'de ve Çin medeniyeti etki sahasında oturak vardır. Doğu'da, özellikle Doğu'nun batısında, Hint'ten bu tarafta ve bu tarafın en önemli medeniyetlerinden İslam medeniyetinde yerde oturulur. Çok önemli bir özellik, bir ayrıntıdır. Yerde oturmak doğaya daha bir yakınlığı ifade eder. Çok eskiden gelen bir olay bu. Hatta Yunan'da da iskemle veya benzeri bir nesnede, oturakta oturulurdu. Aristoteles'in bile dikkatini çekmiş ve 'Persler yerde oturuyor' diye yazmıştır. Kiliseye benzer bir cami nizamını benimserseniz, şapka meselesindeki gibi namaz da kılamazsınız."