1968 kışında, Türkiye'den Bulgaristan'a dönen Türk Rüstem Davudov'un otobüs yolculuğu ile başlıyor, Hamdi Akyol'un Kurt Gölgesi romanı. Bu, sadece ülkeler arası, mekansal bir yolculuk değil, okur için zamansal bir yolculuğun da başlangıcı. Soğuk Savaş yıllarının komünist rejim altında yönetilen Bulgaristan'a gidiyoruz. Bir kolhozda çalışan Rüstem'in, kendi halinde sıradan bir yaşam sürerken Türkiye adına casusluk yapma macerasını okuyoruz. Ama romandaki kahramanların hikayeleri üzerinden kah 1800'lü yılların Bulgaristanı'ndaki taht mücadelesine, kah 93 Harbi'ne, kah 2. Abdülhamit döneminin Osmanlı İmparatorluğu'na kah Balkan Savaşlarına kadar gidip geliyoruz ana maceradan kopmadan.
COĞRAFYA KADERDİR
Yılların kitap editörü Hamdi Akyol, Kapı Yayınları'ndan çıkan ilk romanı Kurt Gölgesi'nde klasik polisiye ve casusluk janrının geleneklerine sırtını dayayarak, bizi coğrafya kaderdir sözünün tarihsel ağırlığı içerisine bırakıyor açıkçası. Rüstem Dovudov'un casusluk hikaleyesinin aralarında parantez açarak anlattığı farklı karakterlerin geçmişi, siyasi, toplumsal ve tarihi olayların sıradan insanların hayatlarını nasıl etkilediği ve şekillendirdiğini çok iyi anlamamızı sağlıyor ilk elden. Rüstem Dovudov'dan Türk istihbaratının beklediği Bulgaristan'daki bir gizli üssün fotoğraflarını çekmesi. Rüstem bunu yapıyor yapmasına ama Hamdi Akyol kendi romanının içine tarihsel olayları öyle bir yerleştiriyor ki, Rüstem'in bu operasyonunun kaderini belirleyen en önemli unsur tarihin ta kendisi oluyor. Ki bu noktada Akyol'un kimi meşhur casusluk hikayelerini, mesela KGB'nin İngiliz istihbaratı MI6'daki en meşhur köstebeği Kim Philby'in yaşadıklarını ya da MOSSAD'ın Yahudi Soykırımı'nın mimarı olan Adolf Eichmann'ı Arjantin'de yakalamasını romanına dahil etmesi hem tarihsel anlatısını zenginleştiriyor hem de müthiş bir kurgusal lezzet katıyor.
DEVAMI GELECEK
Akyol romanını gerçek bir hayat hikayesinden esinlenerek yazdığını (ki bu ismin sadece baş harflerini biliyoruz S. E.) belirtiyor. Rüstem Bey gerçekte kimdir, yaşadığı hangi olaylar Akyol'a esin kaynağı oldu, bilemiyoruz. Ama Akyol'un derinlikli karakter yaratma, incelikli bir olay örgüsü kurma, bunları tarihsel fay hatları üzerine inşa etme becerisini görünce bütün bunların da bir önemi kalmıyor aslında. Heyecanlı, gizemli, şaşırtıcı bir macera ve daha önemlisi bu macerayı sarıp sarmalayan bir edebi roman var elimizde. Ve bunun için elden düşürmeden bir solukta okuyup bitiriyorsunuz, bitmesini istemeye istemeye. Hem edebi lezzeti hem de macera ve kurgusuyla yılın öne çıkan kitaplarından birini okumanın hazzıyla kitabı bitirirken orada da sizi bir sürpriz bekliyor. Kitap, Rüstem Davudov'un "Sanırım yaşadıklarımla artık kozamdan çıkmış tırtıldım. Sırada kelebek olup uçmam vardı…" sözleriyle son buluyor. Ki o an bunun bir son olmadığını bir ara olduğunu anlayıp seviniyorsunuz. Çünkü böylesi iyi bir romanın devamının gelecek olmasını bilmek bir okur olarak önemli bir durum…