Cansu Canan Özgen sunucu olarak hayatımıza girmişti. Tartışma programları sonrasında tarih üzerine kitaplar yazmaya başladı. Yazıyla ilişkisini farklı bir kulvara taşıyan Özgen, ilk romanı Dalgakıran ile okurları selamlıyor. Alfa Kitap'tan çıkan romanda Özgen hali vakti yerinde Jülide adlı bir kadının yaşadıkları üzerinden, psikolojik gerilimin sınırları içine giren ama kadına yönelik şiddetin boyutlarını da gözler önüne seren çetrefilli bir hikaye anlatıyor bize. Özgen ile roman yazma macerasını konuştuk.
- Tarih üzerine yazdığınız kitaplarınız var ama roman yazmak, edebiyatın alanına girmek önemli bir iddia... Yekten sorayım nasıl karar verdiniz bir roman yazmaya?
- Önemsediğim, üzerine epey de okumalar yaptığım bazı konular var. Sonra hayat var; işim gereği birçok hayat yolculuğuna tanıklık ediyorum. Anlamaya çalışıyorum; neyin nasıl olduğunu, neden olduğunu, geldiği noktadan ileriye nasıl gideceğini düşünüyorum. Böyle olunca da sorular soruları kovalıyor, cevaplarını bulmak için daha çok incelemeye, düşünmeye, anlamaya çalışıyorum. İşte bunların hepsi bir zaman sonra sarmaşığın dalları gibi büyüyüp birbirine dolanmaya başladı zihnimde. Bir gövde oluşturdular hep beraber. Bu gövdelerin birer hikâye olduğunu anlayınca da bunları yazıya dökmek istedim. Epeydir deniyordum yazmayı, öyküler, kısa anekdotlar, belli kavramlar üzerine denemeler yazarak kendimi romana hazırladım. Bu arada kurgu yani roman yazmak üzerine eğitimler de aldım. Kendimi hazır hissetttiğim bir anda da başladım.
-
Roman kahramanı bir kadın ve bu kadının kırılmışlığının ardında biraz da kadına yönelik şiddet, taciz ve istismarlar var. Memlekette kadınların yaşadıkları aşikar. Yaşanan bu tür gelişmeler, yani Türkiye'de kadının yaşadıkları ne kadar etkili oldu romanı yazarken?
- Çok etkili oldu. Her gün o kadar çok kadına yönelik şiddet görüyorum ki, bir kadın olarak bunlardan etkilenmemem mümkün değil. Ben bu tarz toplumsal sorunlarda kendini ortaya atan, hemen bir şey söyleyen, tepki veren birisi değilim. Ama bunlar üzerine çok düşünüyorum: Kadına yönelik şiddeti nasıl durdurabiliriz, bu zihinleri nasıl temizleyebiliriz; iş hayatında, toplumsal hayat içinde adil çalışma ve yaşam koşullarını nasıl sağlayabiliriz; taciz kelimesinin akıllara bile gelmemesi için neler yapmalıyız ve en önemlisi bunları yaşayan kadınların seslerini nasıl duyurabiliriz, ben buna nasıl katkı sağlayabilirim soruları hep aklımda dönüyor. Çocuğa ve kadına yönelik her şiddet eyleminde ve adaletsiz yaklaşımda vicdanım sızlıyor, yüreğim daralıyor. Bunların kalemime, hikayeme yansıması da kaçınılmaz oluyor.
DÜNYA ZOR BİR YER
-
Kitapta farklı kesimlerden kadınlar var. Belki de onların ortak özelliği onlara yönelik her türlü saldırıların hep hasıraltı edilmeye çalışılması. Sizce neden bu tür gerçekler hasıraltı ediliyor ve yüzleşilemiyor?
- Çünkü yüzleşmek çok zor. Yüzleşme
için iki taraf gerek ama diğer taraf
yani kötülüğü gerçekleştiren taraf sağır,
dilsiz ve duyarsız. Ne deseniz yerini
bulmaz. Üstelik kurban, bu yüzleşmeyi
istese ve karşı tarafa gitmek istese bile
kendisini yok sayacak ve daha da düşman
olacak olan başka cepheler
de var. Asıl o büyük hatla karşı
karşıya gelmeyi göze alamıyor.
Yüzleşse, haykırsa, bana bu yapıldı
dese bazen bir aileyi, bazen bir
sosyal grubu, bazen iş yerindekileri,
bazen kocasını, bazen de bütün
bir toplumu karşısına alacak.
Hep kendi suçlanacak. O yüzden
susuyor. Bunun dışında ailelerin
adımız çıkar, namusumuz kirlenir,
elaleme rezil oluruz, düzenimiz
bozulur diye hasıraltı ettikleri,
kurbanı buna mecbur bıraktıkları
da toplumsal bir gerçek. Bu sadece
bize özgü de değil, dünya kadınlar
için zor bir yer.
- Son olarak kitapta kadına yönelik şiddetin örtbas edilmesinde, yine kadınların da rolü olduğunu anlatıyorsunuz. İşin bu boyutu pek konuşuluyor mu sizce?
- Bu kadınların başrolde olduğu bir
roman, burada kadınlar konuşuyor,
dertlerini, yaşadıklarını anlatıyorlar.
Burada kadınlar birbirine ses veriyorlar.
Ama burada kadın kadının her zaman
yurdu değil, bazen de kurdu. Çünkü
kim ki haksızlığa karşı susuyor o da
dilsiz şeytan. Ve bunun cinsiyeti yok.
ZANNETTİĞİMİZDEN ÇOK EVİN İÇİNE ŞİDDET SIZMIŞ DURUMDA
- Roman psikolojik temelli ve bunun için psikolojik okumaya açık. Ama toplumsal bir okuma yapmak isteyenler için biraz durum zorlaşıyor. Karakterlerin sınıfları, hangi kültürel ve toplumsal yapının içinden geldikleri, kendi sınıflarıyla ilgili fikirleri sanki yaşadıkları travmaların gölgesinde kalıyor. Bu bilinçli bir tercih miydi?
- Evet, bu bilinçli bir tercihti. Bizde sınıflar o kadar belirgin değil aslında. Ekonomik durum farklılıklarını, sınıf olarak nitelendiriyoruz. Oysa sosyo-kültürel yapımız birbirine pek yakın. Duyduğunuz, gördüğünüz, yaşadığınız bu tür olaylara bakın, sınıf diye tabir ettiğimiz her katmandan insan da tepkiler, davranışlar aynı. Bir iş insanı erkek de şiddet uygulayabiliyor bir akedemisyen de; yedi göbek İstanbullu bir aile de örtbas edebiliyor, İç Anadolulu bir aile de; çocuğunun nafakasını bir market sahibi de ödemeyebiliyor bir öğretmen de. Sınıftan ziyade bir toplumsal bakış söz konusu burada, zannettiğimizden çok evin içine, mahalleye, semte sızmış halde.