Onu farklı kılan nedir, diye düşünürüm kitaplarını okurken. Tamam polisiye edebiyatın tüm unsurları kitaplarında var: Kurgu, akıl yürütme, ipuçları, gerilim, sürprizler, olay yeri inceleme... O zaman daha başka ne? Kitap, okumuş olmak için okunmaz; bu bir hayat biçimidir, tutkudur, sevgidir, anlamak ve derinleşmedir. Ve hiç kuşkusuz düşünmektir, sorgulamaktır. Jean-Christophe Grangé, Ahmet Ümit'in dediği gibi "İyi polisiye iyi edebiyattır" sözünün hakkını veren yazarlardan biridir... Üniversitede edebiyat okuyan, uzun yıllar gazetecilik yapan yazarın, Doğan Kitap'tan çıkan son romanı Küllerin Günü, metnin ve dilinin sağlamlığıyla göz dolduruyor. İşin edebi kısmı yani temeli iyi olunca üstüne kurulan yapı da sarsılmaz oluyor. Grangé her şeyden önce araştıran, gezen, okuyan bir yazar. Kitaplarına aşina olanlar bilir; okuyucuya inanılmaz bilgiler verir ve bu bilgileri hikayeye öyle bir yerleştirir ki, cümle içindeki bir sözcüğü anlamak için dipnotu görmezden gelemezsiniz. Onu dünyada meşhur eden Kızıl Nehirler'den tutun, Leyleklerin Uçuşu, Taş Meclisi, Kurtlar İmparatorluğu, Siyah Kan, Şeytan Yemini, Koloni, Ölü Ruhlar Ormanı, Sisle Gelen Yolcu, Kaiken, Lontano, Kongo'ya Ağıt, Ölüler Diyarı, Son Av ve nihayet Küllerin Günü'ne gelene kadar yazdığı 15 kitapta bilimden tarihe, psikolojiden edebiyata, spordan müziğe, dinlerden mitolojiye, siyasetten ekonomiye, modadan gastronomiye, şiddetten arkeolojiye kadar okuru her konuda bilgilendirir.
KÖTÜLÜĞÜ TARTIŞMAYA AÇTI
Şiddet, kötülük ve ölüm onun tramvasıdır, söyleşilerinde hep dile getirir: "Çocukken insan şiddetini keşfettim. Bu bana çok korku verdi. Hiçbir zaman sindiremedim. Kitaplarımı yazmaya başladığım zaman kendi içimde, derinlerde hissettiğim sorunu kaleme almaya başladım. Çünkü sanatsal dışavurum içinizde ağırlık yapan şeyi yansıtıyor. Benim için çekilemez bir şeyi, sanatsal bir nesneye dönüştürüyorum. Bu üretim de insanlar için arzu nesnesi haline geliyor. Ama okurlarımın da benim gibi şiddetten nefret eden kişiler olduğunu düşünüyorum." Kötülük üçlemesi Siyah Kan, Şeytan Yemini ve Ölü Ruhlar Ormanı tam da kişiliğinden süzülenler diye okunabilir. Keza çok sonraları kaleme aldığı Ölüler Diyarı'nda da insanın içindeki sevgi ve yok etme tutkularından yola çıkarak bir kurgu yaptığını söylemiş, kötülüğün kalıtsal olup olmadığını da tartışmaya açmıştı. 700 sayfalık Sisle Gelen Yolcu ise yazarın kimilerine göre nirvana kitabıdır. Tanıtım yazısındaki; "Ben gölgeyim, ben avım, ben katilim, ben hedefim, kurtulmak için tek çarem var: Diğerinden kaçmak, peki ya diğeri de bensem" sözleri kitabın özeti gibidir. Kişilik bozukluğu olan ve sürekli farklı bir kimlikle ortaya çıkan ana karakteri, hacimli bir polisiye kitapta anlatması bir yana, son ana kadar heyecanı ve tempoyu düşürmemesi de takdire şayandır... Grangé'ın kitaplarında bir mekanı gezerken oranın coğrafyasına, tarihine hakim olur insan. Asla ansiklopedik bilgiler bulamazsınız, mahalleyi, binayı, ağacı ayrıntılarıyla anlatır. İnsan tasvirleri de öyledir; yüzünden giyinişine, ruh halinden davranışlara kadar tanıtır. Okuru da ikna eder, "Evet, tam da bunu yapacak birisi" dedirtir. Bazen leyleklerle birlikte Paris'ten Lozan'a, Viyana'dan Bulgaristan'daki Roman mahallelerine, Orta Afrika ormanlarından Türkiye'ye, Filistin'den İsrail'e uzanırsınız. Elmas ticaretinin kanlı, acımasız yüzü tokat gibi çarpar. Bazen Tayland, Bangkok gibi Uzakdoğu ülkelerine, bir başka kitabındaysa Latin Amerika'ya, diğerinde Kapadokya, Nemrut Dağı'na yolculuk yaparsınız... Grangé, geçen yıl yayımlanan Son Av romanında, Kızıl Nehirler kitabındaki eski gözdesi Komiser Niémans'ı yeniden iş başına getirmişti. Fransa'nın Almanya ile sınır bölgesi Alsace'da işlenen vahşi cinayetleri yeni yardımcısı Ivana Bogdovié'le aydınlatıyordu. Nazi Almanyası'na kadar uzanan ünlü Kara Ormanlar'daki bir sırrın peşine düşerek. Küllerin Günü'nde yine Komiser Niémans ve onun kadın yardımcısı Ivana Bogdovié var karşımızda. İkili, Tebliğciler adlı bir tarikatı araştırıyor. Tebliğciler, İsviçre ve Almanya'da zulme uğrayan Anabaptistler'in bir kolu. 16. yüzyılda kaçıp Alsace bölgesine sığınan, içe kapanık, ari ırkı benimsemiş, kendi halinde gibi görünen, hoşgörüyü merkezine alan bir tarikat gibi görünse de tarikat içinde yaşananlardan anlıyoruz ki bu yapı hiç de masum değil. Tuhaf cinayetler, taşradaki vurdumduymazlık, din maskesi arkasına saklanan rezillikler, görmezlikten gelinen meseleler üzerinden yazar, bizi günümüzden Ortaçağ'a uzanan bir yolculuğa çıkarıyor. Jean-Christophe Grangé, katili bazen kitabın sonuna kadar saklar bazen de erken ortaya çıkarır. Ama ne olursa olsun meseleleri salt cinayete hapsetmez. Cinayetin neden işlendiği üzerinden bize önemli bir meseleyi düşündürür. Küllerin Günü'nde de böyle yapıyor. Bizi bir tarikatın içinden geçiriyor ve masumiyet meselesi üzerine derin düşünmeye davet ediyor.