Neşet Ertaş gurbet ellerde hapishaneye düşünce Yaşar Kemal İnce Memed kitabını "Bozkırın tezenesine selam olsun, geçmiş olsun" diye yazıp gönderir. Sonrasında büyük ozan 'bozkırın tezenesi' olarak anılır. Vakti zamanında onunla ilgili çekilen belgeselin ismi olur bu tanımlama. Ve onunla özdeşleşir. Ama Neşet Ertaş sadece bozkırın tezenesi mi? Ya da şöyle soralım: Bu büyük halk ozanını başka türlü tanımlayabilir miyiz? Dursun Çiçek'in, Türkünün Ötesi Neşet Ertaş kitabını okuyunca bu soruya "evet" diyor insan. Muhit Kitap'tan çıkan incelemede Çiçek, Ertaş'ın hem hayatına hem de türkülerine Anadolu'da yüzyıllar boyu devam eden abdal geleneği bağlamında bakıyor. Abdal olmak, abdallık yolunda yürümek hiç de kolay değil. Ertaş'ın babası Muharrem Ertaş'ın bir sohbette Çiçek'e söylediği "Bize cahil derler yavrum lakin onlar cahil. Bilmiyorlar abdallığın ne olduğunu. Ne Yunus'u bilir onlar ne Hacı Bektaş'ı ne de Abdal Musa'yı. Pir Sultan da abdaldır, Yunus da. Peygamberimiz, Ebubekir, Ali abdal değil mi?" sözü de bunun göstergesi. Hor görülen, cahil denilen abdallık Çiçek'e göre "Dünyanın geçiciliğini kabul etmekle başlıyor." Müzik de abdallar için bir yaşama, anlama, anlatma ve kendini ifade biçimi. Ertaş işte modern dünyanın abdallığı mahalle sanatçılığına indirgendiği, çoğu zaman ötekileştirdiği, manasının değersizleştirildiği bir zamanda bu yolda yürüyüp köklü bir geleneğin kapılarını türküleriyle bize açan bir büyük ozan. O kapıdan girince, yani bir Neşet Ertaş türküsü dinleyince karşınıza kimler kimler çıkar: Muharrem Ertaş, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Fuzuli, Âşık Paşa, Hacı Bektaş, Yunus Emre... Bunun için Çiçek'in "Neşet Ertaş türkü ile yolculuk yapan insandır. Babasından başlayarak her türküde geleneğin deryasına girer. İnsana geçmişini hatırlatır. Yaktığı veya aktardığı her türkü kaybedilen hafızanın ve dilin yeniden oluşmasını sağlar" tespiti o kadar yerinde ki... Çiçek'in biyografi/incelemesi bu yönden önemli. Hem Muharrem Ertaş hem de Neşat Ertaş'ı erken yaşta tanıma ve tanışma fırsatı bulan Çiçek, abdallık kültürünün mana dünyasına hakimiyeti çerçevesinde bakıyor onların hayatına ve mirasına. Onların günlük hayat pratiklerinde bile bu dünyanın ilkelerine nasıl sıkı sıkıya bağlı kaldıklarının örneklerini veriyor. Bu zorlu yolun yolcusu olmak, yolun kurallarına hep tabi kalmak, bu yolda başına gelenleri hep sineye çekerek yaşamaya çalışmak ve hep türküler söyleyerek gönülden gönüle bağ kurup hakikatı insanlara anlatmak... Ölmeden iki yıl önce UNESCO tarafından Yaşayan İnsan Hazinesi olarak kabul edilmişti büyük ozan. Ne kadar yerinde bir karar. Evet Ertaş bir insan hazinesi... Ve hâlâ gönülden gönüle yol alıyor.
SÖZ USTADA
"Doğduğum gün sazı göbeğime koymuşlar, babama da bir oğlun oldu demişler, bir saz çal. Yani dünyaya geldiğim günden itibaren babamın sazı kulağımdan kalbime girmiştir. Babamla beş yaşından itibaren böyle sanat arkadaşlığına başladık geceli gündüzlü. Babamı ruhen, olduğu gibi ben kendimde hissediyorum bütün duygularını. Çaldığım havaların yüzde doksanında, babamın duyguları, etkileri vardır."
"İnsanlara müziğimizle doğru bildiğimizi, doğru bulduğumuzu, dünya çapında insanlığa ölçerek, insanlığa yakışan şeyleri, insanlığa yakışmayan şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Benden bir fazla bilenin talebesiyim, bir eksik bilenin öğretmeniyim. İnsanlar birbirine hoşgörüyle yaklaşmalı. İnsanın insandan aldığı zevki, insanın insandan bulduğu huzuru, insanın insandan aldığı tadı insan yeryüzünde başka hiçbir şeyden alamaz. İnsanın kötüsü olmaz, insanın birbirinden aşağısı olmaz. İnsanın birbirinden üstünü olmaz. İnsan eşittir, birdir. Hepimiz birer ruhuz. Canlar aynı ama ruhlar değişiktir. Suçun sorumlusu ruhtur, vücudun günahı yoktur. Yani içindekine kızıp dışındakinin teline dokunmasın kimse."