Hatıralar ya da anılar, iki sözcüğü de kullanmayı severim. Ama yer ve zamana bağlı olarak. Bu iki cümle sonra dönmek üzere burada dursun...
1800'lerde yaşamış Danimarkalı düşünür, ilahiyatçı, şair ve eleştirmen Soren Kierkegaard'ın ünlü sözünü bilirsiniz: "Hayat yalnızca geriye dönük bir şekilde anlaşılabilir; ama ileriye dönük bir şekilde yaşanmalıdır." İnsanın anılarını yazması bir cesaret işidir, çuvaldızı kendinize de batırmayı göze alırsanız takdir edilir yazdıklarınız. Ancak ne kadar objektif görünse de sonuçta insan kendi değer yargılarıyla bakıyor olaylara ve subjektif olmaktan kaçamıyor...
Cemil Meriç'in dediği gibi "Hatıra yazmak çok lüzumludur. Fakat hatıra, dişleri fırçalayıp, makyaj yapıp tarih önüne çıkmaktır." Goethe de "Hatıralara daima şiir karışır" der. Onun için hatıralarına Şiir ve Hakikatler ismini vermiştir.
Baştaki cümleye dönersek; ben anılarını değil de hatıralarını yazanları daha çok önemsiyorum. Eskilerin hatırası bende tarihten gelenleri çağrıştırıyor ve böyle adlandırmayı seviyorum.
Tarih, sonsuzluğa uzanan bir tarla gibi.
Ekilip, bakıldıkça toprağı zenginleştirdikçe olgunlaşıyor ve hakikatler ortaya dökülüyor.
Atalarımızda günlük tutmak, hatıra yazmak geleneği yoktu, o yüzden birçok şeyi askeri günlüklerden ya da bürokratik yazışmalardan öğreniyoruz. Batı'da kiliseler doğum başta olmak üzere sürekli kayıt tutardı, bunun için soyluların ve imparatorlukların arşivleri de oldukça zengindir. Örneğin, Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Kralı'na verdiği cevabı onlar sakladığı için biliyoruz. Peki onların bize gönderdiği ilk mektup nerede, maalesef yok...
Bugün Osmanlı'nın 18. yüzyıldaki yaşamını, Lady Montagu hatıralarını kaleme aldığı için daha iyi biliyoruz. Kendisi III. Ahmet döneminde İngiliz elçisiydi. Eşi ve oğluyla 1717-1718 yıllarında Osmanlı başkentinde yaşayan Lady Montagu'nun Şark Mektupları, Doğu Mektupları ve Türkiye Mektupları adlarıyla yayımlanmış kitabı o dönemki saray ve sokaktaki yaşama yönelik önemli ayrıntılar içerir. Çiçek hastalığına karşı yapılan aşıyı İstanbul'da gören Montagu'nun tedaviyi İngiltere'ye tanıttığı da mektuplarında yer alıyor.
Bunun için hatıra kitaplarını kitapçılarda gördükçe elim hemen gider. Son yıllarda 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin ilk yıllarına yönelik hatıralar ve tanıklıkları içerek kitapları daha sık takip eder oldum. Bu konuda İş Bankası Kültür Yayınları'nın ardı ardına bastığı anı dizisinden kitapları anmadan geçemeyeceğim.
Son olarak Osmanlı subayı Eyüp Durukan'ın beş kitap olarak yayımlanan günlüklerine göz gezdiriyorum. Balkan Harbi, Çanakkale, Mondros ve Cumhuriyet dönemlerine ait muhteşem bir külliyat niteliğinde. Yayınevinden peyderpey yayımlanıyor bu günlükler. Yakın tarihimizi, bir subayın hem de tarihte pek de adı anılmayan bir subayın gözünden takip edince hakikatı daha iyi anlıyor insan.
Ne diyeyim hatıra yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.
Günlük daha objektif
Avusturyalı din adamı Salomon Schweigger, 1577'de Almanya'dan Osmanlı'ya gönderilen heyetteki isimlerden biriydi. Sultan III. Murad döneminde Osmanlı topraklarında dört yıl geçirir. Türklerin 400 yıl önceki yaşamını anlatan Schweigger'in yazıp hatta çizdikleri Sultanlar Kentine Yolculuk adıyla yayınmlandı. Hamamlar, bayramlar, gelenekler, sultanın huzurunda yaşadığı diz çöktürmeleri canlı bir tablo gibi sunar. Ancak, anlattığı bazı olayları yorumlarken tarafsız değildir, zaman zaman aşağılar gibi nefretle andığı yerler de vardır.
İşte anı ya da hatırada püf nokta burasıdır. Yazılanlar ne kadar güvenilirdir?
Tarihçiler günlük tutmanın daha sağlıklı olduğu ve güvenilir olduğu konusunda hem fikirdir. Sonradan kaleme alınanlar ise savunma, hedef gösterme, kendini aklama ya da övmeye daha çok eğilimlidir. Kişisel bir hatıranın tam zamanıdır... 1990'lı yılların başlarında Kadıköy'deki Akmar Pasajı'nın ikinci katı o zamanlar boydan boya sahaftı. Gazeteci ve yazar Murat Çulcu ağabeyimizin küçük dükkanı izinli olduğumuzda soluk aldığımız yerdi. Kitapların üstüne sessizce oturur, doyumsuz sohbetleri dinlerdik. Bir öğlen vakti uğradığımda, bana oturmamı işaret etti. Eski bir Osmanlıca defteri yaşlı biriyle okuyup notlar alıyordu. Sonra anlattı: Emekli bir askerin günlüğü eline geçmişti. Çanakkale ve Filistin cephelerinde savaşan Mehmet Fasih Bey daha sonra İngilizlere esir düşmüş, kurtulduktan sonra Milli Mücadele'ye katılmış bir askerdi. Murat Çulcu o hatıraları Çanakkale 1915-Kanlısırt Günlüğü adıyla kitaplaştırdı.
Kitaptan küçük bir alıntı nereye varmak istediğimi çok iyi anlatıyor: "6.8.1331 (19.10.1915), Salı Evvel 7.30 - Bugün Kurban Bayramı. Pek ziyade bitap olduğumdan uyumamak üzere yattım. İşte bu esnada toplar başladı. Obüsler sağ cenahımızın gerilerine düşüyor. 9.30 - Bombardıman kesildi. Sipere geldim. Fakat yatamadım. Taburun yanına indim. Bir parça ihata ederek üzerimizden geçti. Hamd olsun bir şey yok. Arkadaşlar ile bayramlaştık. Bazı nefer ve çavuşlar da gelerek bizimle bayramlaştı."