Popüler bir dijital platformda yeni başlayan Karanlık Kadrolar dizisinin başrolünde yine karşıma çıktı. Fransız dizisinin başrolündeki işsiz Alain Delambre, cazip bir iş fırsatını kaçırmak istemiyor. Kendisini acımasız bir çarkın içinde piyon olarak bulan fevri mizaçlı Alain hapse düşüyor.
Filmi başa sarıyorum tabii ki kişisel olanı. Yıl 1993, günlerden 3 Kasım. Eski Ali Sami Stadyumu'nda Avrupa Şampiyonlar Ligi eşleşmesinde İngiliz takımı Manchester United'ı bekliyoruz. İlk maç 3-3 berabere bitmiş. Sabahın köründe girdiğimiz tribünde soğuktan ve ayakta durmaktan perişan olmuşuz. Herkes 7 numaralı futbolcuyu bekliyor. Eric Cantona her zamanki gibi formasının yakalarını kaldırmış. Galatasaraylı futbolculara vuruyor, ortalık karışıyor. Maçtaki olaylarda kart görmeyen Eric, karşılaşma bitince hakeme küfür edince kırmızı kartı görüyor. Üstüne polislerle İngiliz oyuncular arasında arbede yaşanıyor. Tribünler çıldırmış, İngilizler beraberlikle biten maçta eleniyor. İngiliz basını bire bin katıp olayı başka bir boyuta taşıyor eh bizimkiler de geri kalmıyor.
Yıllar sonra 2011'de yolu yine İstanbul'a düşüyor Cantona'nın. Bu kez yapımcı ağabeyiyle yaptığı bir programın sunucusu olarak. Dünyanın en rekabetli ve ateşli, uzun geçmişi olan derbilerinin üçüncü sırasında Galatasaray- Fenerbahçe var. (Not: Bu belgeseli izlemediyseniz YouTube'a bir bakın derim. Bir rekabet nasıl bu kadar güzel işlenir, fanatik tuzaklara düşmeden belgeler, tanıklar ve tarafların gözüyle nasıl anlatılır görün.)
Eric, çekimler için Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde yürüyor ya da kötü bir tekneyle suyun karşı tarafına Kadıköy'e gidiyor. Galatasaray Lisesi'nde çekime giderken birden Ara Güler'in fotoğraflarını görüp kafeye dalıyor. Ve Ara Güler'le uzun bir sohbete koyuluyor. Onu bir belgeselde izlemiş çünkü, tanıyor. Kimsenin gecikiyoruz demeye cesareti yok, çünkü o Eric. (Bu bilgileri ekibe İstanbul'da rehberlik eden gazeteci Banu Yelkovan arkadaşımızdan ödünç aldım.)
Futbolun merkezindeki bu çılgın adam sık sık karşıma çıkıyordu; oyunuyla, golleriyle, sivri diliyle, deliliğiyle, isyankârlığıyla, tribündeki seyirciye uçarak attığı tekmesiyle, aldığı cezalarla, statükoya açtığı savaşla, sanata düşkünlüğüyle... Bazen resim merakıyla, Arthur Rimbaud'un dizelerine hayranlığıyla, bazen de Liam Gallagher'in bir şarkısının klibinde yarı çıplak, kral tacı ve peleriniyle dans etmesi ya da Paco Rabanne için podyumda yürümesiyle. Kimi zaman tiyatro, sinema oyunculuğuyla.
Yönetmen Ken Loach'ın Hayata Çalım At/Looking for Eric filminde işsiz ve tükenmiş bir United taraftarına hayata tutunmayı tavsiye eden hayalet rolündeki de oydu.
"Yalnızca geri zekalılar asla fikrini değiştirmez" diyen bu adam Fransa'nın en aykırı göçmen şehri Marsilyalı. Mimarisiyle, hayata bakışlarıyla, yaşam tarzlarıyla ülke içinde ülke gibi bir kent orası. Dedesi, Katalan bir göçmen. General Franco'ya karşı savaşırken Barselona'dan kaçıp genç eşiyle mülteci kamplarında yaşamış. Eric'in annesi orada doğmuş. Ve yıllar sonra ABD'de bir sergiyi gezerken dedesinin fotoğrafını görüp sezgisiyle tanımış. Baba tarafından dedesi de 1911'de Sardunya Adası'ndan yoksulluk yüzünden göç etmiş. Eşinin Arap kökenli olması da halkayı tamamlıyor.
Yani genlerinde her şeyden var, hayatını okurken kişiliğindeki gel-gitleri yadırgamıyorsunuz. O da bunu teyit ediyor: "İçimde dizginleyemediğim bir tutku var. İçinizden dışarı çıkmak zorunda olan ve sizin de çıkmasına izin verdiğiniz ateş gibi. Bazen bu ateş dışarı çıkıp etrafa zarar vermek istiyor. Bense kendime zarar veriyorum. Zarar vermek, özellikle de başkalarına zarar vermek beni üzüyor. Ama karakterimdeki bu özellikler olmasa, ben ben olamam."
ADINA ŞARKILAR YAZILDI
Futbola, Pele, Cruyff, Maradona gibi ünlü isimler gibi damgasını vurmadı. Şimdiki zamanların Ronaldo ve Messi'si gibi de olmadı ve olmayacak da. Ama daha 26 yaşında onlarca takım gezmiş bir futbolcuydu. Asiliği başına iş açıyordu, o huzur istiyordu sadece. İngiliz kıtasına gittiğinde 26 yıldır şampiyonluğa hasret olan Manchester United'ın kaderini değiştirdi. Dört şampiyonluk gördü, ırkçı küfürler eden taraftara uçan tekme attı. Dokuz ay futboldan men yedi. Döndü yine şampiyon oldu. Premier Lig'in gelmiş geçmiş en çok sevilen adamı oldu. Adına şarkılar yazılırken ve formunun zirvesindeyken pat diye 30 yaşında futbolu bıraktı. Tam da ona yakışır bir hareketti. Az önce zikrettiğim ünlü futbolcular hep o dünyanın içinde varoldu. Onların insan tarafını çok bilmiyoruz, Cruyff hariç. Cantona ise yüreğinin ve hayalinin peşinden gitti.
10 yıl gecikmeyle İthaki Yayınları'ndan çıkan Cantona Kral Olacak Asi son yıllarda okuduğum en iyi biyografik eser. Yazarı France Football muhabiri ve İngiliz futbolu analisti Philippe Auclair, kitabı kaleme alırken Eric Cantona ile hiç ama hiç konuşmamış. Eric istememiş o da bir noktadan sonra vazgeçmiş, iyi de etmiş. Başkahramanı konuşsaydı belki de bu kadar lezzetli ve objektif olamayacaktı.
Eric Cantona'nın iyi ve kötü yanlarını didik didik eden Auclair her şeyi özetlemiş:
"Cantona'nın aurası top koşturmayı bıraktığı günden beri hiç kaybolmadı. Manchester United taraftarları onu futbolu bırakmasından yıllar sonra o dillere destan Best-Law-Charlton üçlüsünün önünde yüzyılın oyuncusu seçti. 2008'de Premier Lig'in sponsoru Barclays'in 185 ülkede yaptığı bir ankette Cantona'nın tüm zamanların en sevilen oyuncusu olduğu görüldü. Aynı yıl, Sport dergisi Crystal Palace maçındaki malum kung-fu tekmesini spor tarihindeki en önemli 100 olaydan biri seçti. Ken Loach, Hayata Çalım At'ta onu filminin ana karakteri yaptı. Eric Cantona'nın hayaleti belli ki bir süre daha peşimizi bırakmayacak."