Bizim kuşağın çocukluk kahramanı Jules Verne'i tekrar okumaya niyetlendiğim günlerde sinema yazarı büyüğüm Tunca Arslan, "Biliyor musun Jules Verne hiç Çin'e gitmemiş ama kitaplarında Çin'i öyle bir anlatıyor ki sanki birkaç defa koca ülkeyi gezip dolaşmış sanırsın" dedi. Söz konusu Jules Verne olunca "Ay'a da gitmedi ama Ay'a yolculuğu yazdı" dedim. Ama Tunca'nın söyledikleri üzerine de düşünmeden edemedim.
Jules Verne, Çin'de Bir Çinlinin Başına Gelenler romanında "Her yanda sulama kanalları ve bambu ağacından yapılmış ilkel bostan dolapları, suları cömertçe etrafa dağıtıyordu. Ötede beride sarımtırak kerpiçten evleri görünen köylerde, birkaç ağaç kümesi yükseliyor, bunların arasından yaşlı elma ağaçları, Normandiya ovalarına gölge düşürmeyecek bir güzelliği sergiliyordu" gibi cümlelerle gidip görmüşcesine Çin'i anlatıyordu. Yani Tunca'ya hak verdim. Fakat aklıma da bir şey takıldı. Jules Verne belki yolunu değil ama kalemini bu coğrafyaya da düşürmüştü. Hatırlayanlar olacaktır İnatçı Keraban kitabında İstanbul'u yazmıştı.
Kitabı buldum daha ilk paragrafta Jules Verne İstanbul'u anlatmaya başlamıştı, hem de ne anlatma: "O gün, 16 Ağustos, akşam saat altıda, kalabalığın gelişi gidişi ve gürültüsüyle her zaman gayet hareketli olan İstanbul'un Tophane Meydanı sessiz, mahzun, neredeyse ıssızdı. Boğaziçi'ne inen merdivenlerin başından bakıldığında yine aynı güzel manzara görülüyordu, yalnızca insanlar eksikti. Pera semtine giden, dar, pis, çamurlu, sarı köpeklerle dolu ara sokaklardan ancak birkaç yabancı geçiyordu, hızlı adımlarla. Özellikle Avrupalılara ayrılmış olan bu semt, tepedeki servi ağaçlarının oluşturduğu siyah perdenin üzerinden, beyaz, taş evleriyle seçiliyordu." İstanbul'u görmeden nasıl bu kadar detaylı tasvir edebilmiş şaştım kaldım...
Jules Verne'e işin sırrını soracak durumun elbet yok.
Ama Hakan Günday geldi aklıma. O da Zargana romanında Berlin'e gitmeden Berlin'de geçen geçen bir hikaye anlatmıştı. Açıp sormaya niyetlendim. Ama bu konuyla ilgili geçen yıl Twitter'da bir açıklama yapmış zaten. Günday "Zargana, Berlin'de geçiyor. Berlin'e hiç gitmedim romanı yazarken. Çünkü o Berlin'in aklımdaki Berlin olması benim açımdan o aşamada kafiydi. Hikaye öyle bir hikayeydi. Bir sahne gerekiyordu. Adı gerçek olan ama kendisini benim hayal edebileceğim bir şehir olması yeterliydi" diyor.
Yıllar sonra Berlin'e gitmiş Günday. "Yokuş yokmuş Berlin'de halbuki baya yazmıştım Zargana'da yokuşları" diyor.
Kitap yayımlandıktan sonra bir dergiden aramışlar Günday'ı, Berlin'le ilgili yazı istemişler. O da "Gönderirseniz yazarım, görmedim Berlin'i" demiş. İşin sırrı mı nedir? "Ayrıntı işte... Ayrıntı her şeyi inanılır kılıyor" diyor Günday.
Kahvesiz olmaz!
Yazı yazarken masasında kahvesi eksik olmayan biri olarak Balzac'ın kahve düşkünlüğünü öğrendiğim zaman işte bu demiştim."Kahve hayatımda büyük bir güç" diyecek kadar kahve müptelasıymış usta yazar. Günde 50 fincan kahve içecek kadar da bağımlıymış. Malum Balzac, çok çalışmasıyla namlı. Günde en az 16 saat çalıştığı rivayet edilir. Anlaşılan bu kadar çalışmaya ancak kahve ile dayanabiliyordu. Neyse onun eserlerini okurken iyi bir kahve her daim yanınızda bulunsun.
Attila'yı Priscus'tan okuyun
Büyük Türk hükümdarı Attila'yı yakından gören tek tarihçi olarak biliniyor Priscus. Bir elçilik heyeti içerisinde Hunlar arasında bir süre bulunan tarihçi, Attila'nın sofrasında ağırladığı insanlardan da biridir aynı zamanda. Bir anlatı ustası olarak Priscus, hayatın ona sunduğu bu altın fırsatı değerlendirmeyi bilmiştir. Mesela "Ziyafetteki insanlara altın ve gümüş kadehlerden içecek ikram edilirken, onun kadehi ahşaptı" cümlesiyle bile Attila ile ilgili pek çok şeyi söylemiştir. Alfa Yayınları'ndan çıkan Attila ve Bizans Tarihi kitabı bunun için önemli. Bu büyük hükümdarı onunla tanışmış birinden okuma fırsatı sunuyor.
Bülbül'den öncesi
Oyuncu, yazar, yönetmen pek çok ismin etkilendiği kitaplar listesinde ilk sıralardadır Harper Lee'nin Bülbülü Öldürmek romanı. Yakın zamana kadar yazarın ilk ve tek kitabı olarak biliniyordu. Ama yıllar sonra öncesinde Lee'nin Tespih Ağacının Gölgesinde kitabını yazdığı ortaya çıktı. İki kitabın ilginç bir bağlantısı da var. Lee, Tespih Ağacının Gölgesinde kitabını yayıncısına götürüyor ve onun uyarısıyla ana karakteri çocuk yapıp yeniden yazınca Bülbülü Öldürmek ortaya çıkıyor. Lee'nin Amerika'daki bir ırkçılık hikayesini anlattığı romanı bugün halen geçerliliğini koruyan yapıtlardan. Daha önce Sel Yayınları'ndan çıkan kitaplar şimdi Epsilon tarafından basıldı.