İyi mizah, iyi edebiyattır. Tam da bu yüzden nadirattandır iyi mizah. Bizde fıkra yazarlığı olarak başlayıp günümüze kadar gelen dolu dolu bir geleneğin parçasıdır aslında. Hele ki siyasi mizahta yazarlar kendilerini kanıtlama derdine düşmez. Sizinle sohbet ediyormuş gibi konuşur. Dolaysızdır. Gündelik deyimlerle, nükteli sözlerle dopdoludur. Sunduğu fikri eğrisiyle doğrusuyla sizinle tartışır. Üstelik, itiraza da açıktır. Bu yüzden okuması da, dinlemesi de keyiflidir fıkra yazarlarını.
Fıkra türünün kendini okutturan en sıcak tarafı, edebiyatla olan yakınlığıdır elbette. Kavgacıdır. Elindeki kalemi kılıç gibi de sallayabilir hani. Polemikçidir. Öte yandan, öyle bir fikri takipçidir ki fıkra yazarları, gündelik hayatın sosyolojisini, onun tarihini hece hece yazar, kayıt altına alırlar. Siyasi tarihten sıkılanlara kuvvet şurubu gibi; soğuk analizlerden dert yananlara Hızır gibi yetişirler.
Edebiyatımız ve dâhi gazetecilik tarihimiz böylesi gür, gürbüz ve bereketli yazarlar antolojisidir desek yeridir: Namık Kemal'den Necip Fazıl'a, Peyami Safa'ya; Çetin Altan'dan Bedii Faik'e, Hasan Pulur'a; Mehmet Barlas'tan Ahmet Kekeç'e usta örnekleri say say bitmez. Bu yazarları okurken sadece siyasi bir fıkra, bir makale okumuş olmazsınız, aynı zamanda bir dil sevgisi, bir yazma görgüsü ve coşkusu da alırsınız okuduğunuz metinden.
İşte Salih Tuna da son yıllarda günlük yazılarını heyecanla takip ettiğim yazarlar arasındadır. Salih Tuna'nın yazılarında bir anda dava sevgisi, tiyatro aşkı, mütedeyyin camianın önemli isimleri, kim olduğu tartışılan sterio bir tip olan Asuman, siyasi bir karakter, cennet mekân bir âlim, bir hoca sökün edebilir. İsimlerle mekânlar, siyasetle edebiyat iç içedir. Samimidir her şeyden önce. En sert polemiğinde bile bir uzlaşma arar. Sonradan türedi köşe yazarları gibi halka tezler sunmaz, halkla doğrudan konuşmayı tercih eder. Siteyi değil, mahalle evlerini sever yazıları, kahveleri, çay ocaklarını seçer kendine. Dolaysızdır demem ondan.
Salih Tuna bugünlerde çok konuşulan bir kitap neşretti. Turkuvaz Kitap tarafından okura sunulan Kafasını Kaybeden Adam, tam bir siyasi mizah örneği. Üstelik bizde çok da örneği olmayan bir metin; çünkü bütün karakterler gerçek kişiler. Hatta öylesine gerçekler ki, siyasi gerçeklikleri bile sadece bu 'güldürü' ile birlikte tartışmaya açılabilir desem yeri. O kadar açık sözlü ki Tuna, okuruna şöyle demekten hiç de sakınmıyor Kafasını Kaybeden Adam'ın arka kapak yazısında: "Gayriciddi üslupla yazılmış bu mizahi roman gerçekdışı ve mesnetsizdir. Hiçbir doğruluğu yoktur. Cumhuriyet Halk Partisi'ne yönelik çok biçimde olumsuz siyasi algı içerebilir. Uyarılarımıza rağmen olumsuz bir algı oluşursa bunun sorumlusu ben değilim!"
Bu algı konusunda Salih Tuna'nın okurunu uyarmasının sebebi ise kitabın baş kahramanının CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olması. Bir gece tedbili kıyafet yapıp, korumalarını atlattıktan sonra başlıyor Kafasını Kaybeden Adam'ın macerası. Psikiyatrında kafasını arıyor, olmuyor, CHP'nin o gizemli 14. katından telefonlar geliyor habire, Ekrem İmamoğlu gibi eli arkasında, laçka yürümeyi deniyor Kafasını Kaybeden Adam; bir umut, böyle yürürse seçimi kazanabileceğini düşünüyor. Ama yine de bulamıyor kafasını. Gerçeklerle yalanlar, politikanın değirmeninde birbirine karışırken, Genel Merkez'in korkutucu silueti, arkada bir heyula gibi durup duruyor. Şu satırlar kitaptan: "Saygıdeğer eşi, 'Neyin var Kemal?' diye seslenince varlığını yeni fark etmiş; gibi donuk gözlerle baktı. Hiçbir şey söylemedi. Eşinin kaygılı bakışları arasında mutfaktan çıktı. Evden ayrılmadan önce son bir defa kendisini kontrol etmek maksadıyla aynaya baktı. Aynanın yerinin değiştirildiğinden habersizdi. Zaten kadınların evdeki eşyaların yerini değiştirme huylarına hiçbir zaman alışamamıştı. Eşi aynanın duvardaki yerini biraz aşağıya aldırttığı için kafasını aynada göremedi. Şok geçirdi: 'Eyvah kafam! Kafamı kaybettim!' diye sessizce inledi."
Kafasını Kaybeden Adam, ciddi ciddi siyaset yapan bir genel başkanın nasıl da benzersiz bir mizah karakterine dönüşmesinin romanı aslında. Tabii kitabı daha da eğlenceli kılan kısmı Erhan Yalvaç'ın usta çizimleri. Ben okurken çok eğlendim. Umarım siz de eğlenirsiniz.
YAZMAK VE SAVAŞ HAKKINDA İKİ KİTAP
Evvelden beri 'yazlıkçı' fikrine uzak olduğum için bayramı tatille birleştirmeye meraklı her Türk gibi ben de bu 'fırsat'ı değerlendirip memlekete kaçtım. Annemin Karadeniz'i gören balkonunda (eh Karadenizli iseniz o balkon illa bir yerden ya denize, ya yağmura açılır) epey bir kitap okudum. İki tanesinden size de bahsedeyim. Mesela Pat Barker'ın Kızların Suskunluğu. Epey etkileyici bir metin. İlyada destanına kadınların gözünden bakmak, Troya savaşını bugün yaşanmış gibi anlatabilmek... Bu tarafıyla gerçekten başarılı. Bir de Stephen King'in Yazma Sanatı... Yazılarımı takip edenler bilir. Bilimkurguyu çok severim. Ama King bu sefer fantastik bir metin yazmamış, kendi yazı atölyesini görücüye çıkarmış. Kitap aslında yazmak hakkında ama King'in parlak üslubu, metni ha deyince maceracı bir 'yazı sanatı' deneyimine dönüştürmüş. Kazı yapmayı seven okurlar için birebir...