Hüseyin Rahmi Gürpınar deyince, şöyle bir derin nefes alıp, ceketimizin ön düğmelerini iliklemek icap eder... Sıkıca... Bunu sadece edebiyata meraklı, okumanın merhametli gölgesine sığınmış bir adem olarak değil, bir gazeteci olarak da söylüyorum... Çünkü Gürpınar hemen her romanında, her işinde bize yaşadığı dönemin hadiselerinin özetini geçmekle birlikte, o dönemin insanının düşünce yapısını, temayüllerini ve dahi nasıl konuştuğunu da göstermiş bir büyük ustadır. Kalemi kıvrak bir günlük hayat mütehassısıdır. Romanları bir anlamda, kara mizahı bol, tespitleri yerli yerinde, uzunca birer haber-izlenim metni gibi de okunabilir... Tabirin gazetecilik ilmindeki doğru kullanımıyla 'röportaj' gibi de... Mülakat kavramıyla karıştırmadan... En azından bu satırların yazarına yıllarca hep öyle hissettirmiştir.
Everest'in özenli bir baskıyla yeniden yayımladığı, ustanın elinden çıkan Hakka Sığındık/İşitilmedik Bir Vaka romanını okuyunca, bu naçiz tezimin ne denli doğruya yakın olduğunu bir kez daha hissettim. İçinde bulunduğumuz bu gayritabii salgın günlerine 100 yıl öncesinden yazılmış, itinayla muhafaza edilip bugüne ulaşmış bir İstanbul mektubu geçti sanki elime...
SAVAŞ, YANGIN, SALGIN
Roman 1919'da yayınlanmış. 1. Dünya Savaşı'ndan kayıplarla henüz çıkmış yorgun Osmanlı İmparatorluğu'nun insanları; yoksulluk ve meşhur İstanbul yangınlarından sonra bir başka felaketle daha tanışıyor. Tüm dünyayı kasıp kavuran İspanyol gribiyle... Tıpkı bugün yaşadığımız koronavirüs salgını gibi tıbbı ve toplumun tüm katmalarını çaresiz bırakan, tedbirin altın kıymetinde olduğu bir dönemin fotoğrafını çekiyor Gürpınar.
Savaş, yangın ve salgın... Biri insanın insana ettiği fenalıkların zirvesi, diğeri insan ihmalkarlığının kör talihle işbirliği, üçüncüsü ise tabiatın gözle görülmeyen gizli savaşçılarının "Allah Allah!" nidalarıyla insana yaptığı amansız harekat!
Zenginle yoksul ayrımının zirve yaptığı savaş sonrası, İttihat dönemi İstanbul'u... Halkın "Nereden nereye geldi, hem de kısacık bir sürede" dediği yeni zenginler... Salgın hastalığa karşı tıpkı bugünkü gibi tedbirle yaklaşanlar, "Allah, sekizde verdiğini dokuzda almaz. Kırk yıl kıran oldu, eceli gelen öldü" rahatlığıyla tevekkülle aymazlığı karıştıranlar... Hatta yazarın tabiriyle "Hangi evde hastalık görülse, orada düğün varmış gibi" hasta ziyaretine gidenler.
EVLİYA HİMAYESİ
Hatta romandaki mahallenin zenginlerinden Hacı Ferhat Efendi ve ailesinin; salgın tedbiri olarak konu komşuya misafirliğe gitmiyor, misafir kabul etmiyor ve pek bir tedbirli davranıyor diye adı bile çıkıyor: "Zavallı efendi, hacı olmuş ama tam bir itikat sahibi olamamış. Rabbimle zıt gidilir mi! Ecele çare olmaz!"
Ama işte Hüseyin Rahmi Gürpınar bu... Böyle bir kaosun ortasına bir de bir polisiye vaka ekliyor. Anlatıversek bütün romanın tadını kaçırabileceğimiz bir öykü... Ama özetle, tanıdık bir inanç sömürüsü durumu... Salgından korunma taahhüdü ve dahi türlü belalara çatmamak için bir evliya adına gizli gizli para toplayanlar var! Şahsa hitaben yazılan mektupla...
BİTMEYEN AÇLIK SALGINI
Tam da burada, Gürpınar'ın müthiş kara mizahını göstermek için bu ümitle karışık tehdit mektubundan bir bölüm versek fena olmaz. Gürpınar üslubunun tadına bakmak için: "Ey hafız İshak! Gözlüğünü tak, bu satırlara iyi bak, Hz. Abdal-ı Veli, himmetine layık gördü seni, dün gece birdenbire, malum oldu cenab-ı pire, ki İspanyol marazı, işte geldi deyip sırası, sizin eve dalacak, çok canlara kıyacak, gelinin Sadiye, kerimesi Hadiye, mahdumun Enver, ölecekler birer birer, hiç durma birader, hemen 300 lira gönder. Budur yegane çare, ölümlerden kurtuluşa, can başına 100 lira, çok değildir bu para, oğlun, torunun, gelinin kurtulurlar himmetiyle Veli'nin. Etmez isen ihtarımıza iman, yanar ağlarsın sonra her an."
Roman her ne kadar fonuna İspanyol gribini alsa da, binlerce yıllık "Biri yer biri bakar" çıkmazını da anlatıyor. Yoksulların dünyasından binlerce yıldır ayrılmayan bulunmamış 'açlık salgını'nı da vicdanımıza saplıyor!
Son söz Gürpınar'dan: "Çok zenginlerin kasalarını dolduran servetlerin nerelerden geldiklerini incelesek dağdaki haydutları haklı çıkaracak üzücü hallere tesadüf ederiz. En müthiş hırsızlıklar, kanunun himayesiyle işlenenlerdir. İşte bunun için beşerin hali durulamıyor. Alev üstünde bir kazan su gibi fıkır fıkır kaynıyor ve kim bilir, daha kaç zaman bu galeyan devam edecektir."