Bob Dylan'ın meşhur albümü Desire'ın ilk şarkısı Hurricane (Kasırga) Amerika'daki ırkçılığa karşı atılmış esaslı bir yumruk olma özelliği taşır. Şair/müzisyen Dylan bu şarkısıyla siyahi boksör Rubin Carter'a selam çakıyordur aslında. Bugün gördüğümüz üzere, Amerika kıtasında değişen hiçbir şey yok. George Floyd'un ölümüyle birlikte yeniden konuşmaya başladığımız ırkçılık olgusu, ne yazık ki hiçbir zaman gündemden düşmedi Amerika'da. Hatta siyahi bir liderin (ki bana kalsa siyahi görünüşlü bir beyazdı!) başkan seçilmesi bile yetmedi.
ABD'deki olaylar başlamadan önce siyahilere karşı yapılan sistematik ırkçılığı bir yazar yeniden gündeme getirmişti. O da bu sene Pulitzer'i (bu ikinci Pulitzer'i) kazanan siyahi romancı Colson Whitehead. Ben Whitehead'i daha önce okuduğum Bölge Bir ve Yeraltı Demiryolu kitaplarından tanıyordum aslında. Aklımda 'zombi'ler üzerinden distopya meselesine kafa yoran hiç de sıra dışı olmayan bir romancı olarak kalmış. Ha, Yeraltı Demiryolu'nda da ırkçılığı gündemine almıştı yazar. Yine de dur bakalım demiştim. Kendimce gözetleme sahama almıştım Whitehead'i. Amerikan edebiyatı için siyahiler yeni bir konu değildir. Özellikle büyük romancı William Faulkner'ın romanlarında 'zenci-beyaz' ayrımı bütünüyle bir olgu olarak yer alır. Güneyin bu muhteşem romancısı, iç savaş konulu erken dönem modern romanlarındaki 'zenci' karakterlerini büyülü bir dille anlatır doğrusu. Faulkner, "Güney'de ilk kölenin satıldığı güne lanet etmek için artık çok geç" dese de 'zenci' imgesinden vazgeçmez. Doğrusu, bütün Faulkner romanında sadece insanlar değil, her şey bir imgeden ibarettir.
Köleliğin acımasızlığını düpedüz somut bir konu olarak okumak için Toni Morrison'u beklememiz gerekecektir. Sevilen romanını okuduğunuzda, köleliğe içeriden bakışın bu inanılmaz yeni gerçekçiliği karşısında hayrete düşeceğinizi söyleyebilirim. Bütün Morrison kitapları öyledir. Okurunu rahatsız etmek için yazılmış gibidirler. Bir de tabii Afro Amerikan şiiri ve onun Müslüman siyahi şairi Amiri Baraka var. Baraka, dönem dönem siyahi milliyetçi olsa da bir Marksist olarak çıktığı yolculukta İslam ile şereflenmişti sonunda. Ama Baraka'nın bir siyahi olarak en çok övündüğü tarafı, antiemperyalist yanıydı. Emperyalizmin her türlüsüne karşı idi Baraka. Beat kuşağının bir parçası olarak şiire başladı. (Hangimiz Allen Ginsberg'in Amerika şiirini okuduktan sonra ayağa kalkıp antiemperyalist sloganlar atmadık ki!)
ORTADAN KAYBOLAN ÇOCUKLAR
Baraka'nın İslam'ı seçişi ise mücadelesinden çok etkilendiği Malcolm X sayesinde oldu. Özellikle 1965'te Malcolm X'in öldürülmesinin ardından Müslümanlığı seçerek Jones olan ismini İmamu Amiri Baraka olarak değiştirdi. Siyahi Müslümanların örgütü olan Kawaida'nın liderliğini yaptı. Şiirleri de özel hayatı kadar sert ve siyasi idi. Mesela şu satırları sebebiyle antisemitizmle suçlanmıştır: "Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanacağını kim bilebilir?/ İkiz Kuleler'deki 4000 İsrailli işçiye kim söyledi/O gün evde kalmasını/Sharon neden uzak durdu?"
Gelelim Whitehead'in bu sene hem çok okunan hem de çok konuşulan Nickel Çocukları'na. 2000'li yılların başında Florida eyaletinin başkenti olan Tallahassee'de yapılan bir kazı sonucunda garip bir mezarlık bulunur. Mezarlıkta kimi saçma, kimi kurşun yarasıyla öldüğü gözlenen parçalanmış bedenlerin ortak noktası ise tüyler ürperticidir; 50 kadar cesedin tahmini öldürülme yaşı 15'tir. Roman bu bilgiyi vererek bizi 1962 yılına, büyükannesiyle yaşayan siyasi çocuk Elwood'un dünyasına götürür. Elwood üniversite okumak isteyen, kendisinin farkında, zeki bir liselidir. Annesi ve babası onu büyükannesine bırakıp kaçtığı için mücadeleye erken yaşlarda başlamıştır. Aynı zamanda Frenchtown kasabasındaki diğer yaşıtlarından farklı olarak çalışmaktadır da. Elwood üniversite hayalleri içindeyken haksız yere tutuklanır. Tutuklanma sebebinin altında yatan ırkçılık olgusu, bizi başka bir gerçekle de yüzleştirir, ne hâkim ne de polis çocuğu dinlememektedir. Haksızlık, yargılanarak konulduğu Nickel Islahevi'nde de devam etmektedir. Koşullar çok serttir ve bazı çocuklar garip bir şekilde ortadan kaybolmakta ve ıslahevinin arkasındaki bir bölgeye, işkence edilip öldürüldükten sonra gömüldükleri söylenmektedir. Elwood bu zor koşullar altında hayatta kalmaya çalışır ve roman şimdilerde moda olduğu üzere 'sürpriz' bir sonla, sona erer.
ZOR OLSA DA SİZİ SEVECEĞİZ!
Whitehead özellikle masum bir çocuk üzerinden bizi adalet ve masumiyet kavramlarını yeniden düşünmeye çağırır. Metin bizi 60'ların Amerikası'ndan alıp, ırkçılığın sona ermek üzere olduğu günlere de taşır. Arka fonda ise hep Martin Luther King'in sözleri yankılanmaktadır: "Bizi hapse atmanıza rağmen sizi seveceğiz. Evlerimizi bombalamanıza, çocuklarımızı tehdit etmenize rağmen, ne kadar zor olsa da, sizi seveceğiz. Kukuletalı saldırganlarınızı gecenin bir yarısı mahallelerimize göndermenize, bizi sürükleyerek evlerimizden çıkarıp ıssız yollara götürmenize ve öldüresiye dövüp bir kenara atmanıza rağmen sizi seveceğiz. Şuna hiç kuşkunuz olmasın; sizi acı çekme yetimizle bitap düşüreceğiz ve bir gün özgürlüğümüzü kazanacağız."
Kötülüğün bir rengi olmadığını yaşamıyla öğrenen Elwood da biz de, derin bir sarsıntı halinde sadece okumayız, adeta yaşarız metni. Whitehead, ha deyince filme dönüştürülebilecek bu incelikli romanıyla, ırkçılığın biten bir şey olmadığını, bir süreklilik halinde devam ettiğini, sadece renk ve şekil değiştirdiğini üstün mahareti sayesinde adeta fısıldayarak anlatır. Kâhin bir romancı da diyebiliriz bu anlamda Whitehead'e. Pulitzer de kazanan Nickel Çocukları'nı bugün Amerika'da yaşanan olaylar çerçevesinde okuduğumda görünmeyen birçok karanlık bölge azar azar aydınlanmaya başladı.
GÜNEŞLİ GÜNLERE 'KONTROLLÜ' ÖNERİLER
Malum, koronavirüs nedeniyle uzun bir süredir evlerimizdeyiz. Şimdilerde yeni yeni başlayan 'kontrollü hayat'a alışmaya çalışıyoruz. Öte yandan, güneşli günler de kapımızda. Sizin için bazısı yeni, bazısı eski kitaplar, dergiler, albümler derledim:
* Claudio Magris – Tuna Boyunca: Efsanelerden savaşlara, tarihin tozlu sayfalarından yaşanmış olaylara, Tuna nehrinin geçtiği coğrafyayı müthiş bir sosyal tarihçi maharetiyle ayaklarımıza kadar getiren kesinlikle 'neşeli' bir kitap. Gidemesek de, göremesek de iyi ki kitaplarla seyahat edebiliyoruz dedirtiyor insana.
* Muhit dergisi: Muhit dergisi haziran sayısında çok acayip bir iş yaparak Cahit Zarifoğlu'nun daha önce hiçbir kitabına girmeyen, ölmeden önce yazdığı son şiirini yayımladı. Sadece bunla da kalmadı, Zarif şairin gizemli bir defterinden çizimler, yeni bir dergi planı (Adı: Dörtyaprak), karakter çalışmaları falan da ekledi dosyasına. Bana sorarsanız yılın olayı derim buna.
* Enver İbrahim, Batılıların dediği şekliyle Anouar Brahem, mükemmel bir ud virtüözüdür. Hem cazcıdır, hem de geleneksel ud ritimlerine hâkim, bir yanıyla da edebiyatı boşlamayan önemli bir müzisyen. İşte onun vazgeçilmez albümü The Astounding Eyes of Rita, Mahmud Derviş'in bir şiirine göndermedir. Hem bu albümü hem de Mahmud Abbas'ın Rita için yazdığı o gizemli şiiri hararetle tavsiye ederim.