AHMET: Pek bilinmez ama Oruç Aruoba'nın ilk ismidir Ahmet. O ikinci ismi Oruç'u kullanmayı tercih etmiştir. Ailesi neden Oruç ismini koydu onu bilemiyoruz, bildiğimiz ise küçüklüğünde oruç tutmayı sevdiği. 14 Temmuz 1948'de Karamürsel'de dünyaya gelen Oruç Aruoba yazar, gazeteci ve şair Muazzez Hanım ile asker İsmail Fahir Bey'in üç erkek çocuğundan biridir. Diğer kardeşleri Çelik Aruoba iktisat profesörü, İskender Aruoba ise gazetecidir. Anne Muazzez Kaptanoğlu felsefeci ve şair olarak hem Oruç Aruoba'nın hem de döneminin birçok kadını için rol modelidir. Hıncal Abi'den (Uluç) öğrendiğimiz kadarıyla da çok güzel aşure yaparmış. Aile Ankara'ya taşındıktan sonra TED Ankara Koleji'nde okuyan Oruç Aruoba, sonrasında Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde yüksek tahsilini yapar ve burada Prof. Dr. İoanna Kuçuradi'nin öğrencilerinden biri olur.
BİLGE KARASU: Oruç Aruoba'nın Hacettepe Üniversitesi'nde birlikte çalıştığı, edebiyatımızın özgün yazarlarından Bilge Karasu, Aruoba'nın "Ustam ve dostum" dediği bir yazardır. Aruoba, Hacettepe'de yüksek lisans yaptıktan sonra öğretim üyesi olarak felsefe bölümünde akademik kariyerini sürdürür. Burada sadece Bilge Karasu değil, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Prof. Dr. Saffet Babür, Füsun Akatlı gibi isimlerle birlikte çalışır. Düşün dünyamızın önemli isimleri arasında burada nitelikli bir etkileşim vardır.
ÇEVİRİ: Şair ve felsefeci kimliğinin gölgesinde kalsa da iddialı bir çevirmendir Oruç Aruoba... David Hume, Nietzsche, Kant, Wittgenstein, Rilke, Von Hentig, Celan ve Başo gibi önemli isimlerin eserlerini Türkçeye kazandırır.
DIŞARLIKLI: Türkiye'deki felsefe eğitim üzerine bir şöyleşisinde önemli tespit yapar Oruç Arıoba: "Türkiye'de felsefe hocaları hep bir 'dışarlıklı' akımının 'Türkiye acentesi' oldular, yani felsefeyi 'ithal' ettiler. 'İthal felsefe' felsefe değildir. Tabii ki 'etkilenme' denen şey vardır; ama, felsefe tarihi okumaları ancak kendi düşünceleriniz için hareket noktaları oluyorsa bir işe yarar - ya da, kendi düşündüğümüz bir şeyler varsa, kendinize yakın düşünürler bulursanız; yoksa, birilerinin kötü bir kopyası olarak kalırsınız. - Felsefe okumak isteyene bulunabileceğim tek tavsiye, okumak... Yıllar önce, bir öğrencim doktora yapmak için yurtdışına gidiyordu; bana, ne yapmasını tavsiye ettiğimi sordu. Şöyle bir şey dedim: 'Git, kendine yakın bulduğun bir filozof bul, seç, onu ıcığına - cıcığına varasıya oku, anla, öğren; sonra da, unut'". Bu tespiti gazeteci Yenal Bilgici tarafından hocası Prof. Dr. İoanna Kuçuradi'ye sorulmuştu. Kuçuradi "Oruç 'hep' derken abartıyor. 'Hep' sözcüğü fazla! Çünkü öyle yapan da var, yapmayan da" diye cevap vermişti.
EDİP CANSEVER: Çok sevdiği kişisel dostluk da kurma imkanı bulduğu Edip Cansever, Doğan Hızlan'ın tespitiyle "Aruoba'nın metinlerinde Bilge Karasu ile birlikte sıkça adına rastlanan bir diğer isimdir." Dostunun ölümünden sonra yazdığı 'Edip'ten başka olmayan Edip' başlıklı yazısı "Hep yalnız oldu - bu da doğruydu. Kendisi gibi oldurdu şiirini de: Yalnız ve doğru..." diye başlıyor ve "Onun gibi olanlar, onda kendilerini bulacaklar. Hep yalnız durdu - bu doğru muydu?" diye bitiyordu.
FELSEFE: Türkiye'de Türkçe olarak felsefe yapabilen ender düşünürlerden biri olarak görüldü. Prof. Dr. Saffet Babür "Türkiye'de felsefeci sayısı fazla değildir. Türkiye'de felsefeci kim derseniz ben Oruç Aruoba derim" diyerek onun kıymetini anlatır. Peki Aruoba'ya göre insan neden felsefe yapma ihtiyacı içindedir? Ustadan alıntılayalım cevabı: "Felsefe en temelde huzursuzluktan başlar. Bir şeyden rahatsız olduğunuz zaman, bir şey garip geldiği zaman, bir şeye hayret ettiğiniz zaman felsefe yapma ihtiyacı duyarsınız. Yani bir sorunla karşı karşıyasınızdır. Çözmeniz gereken bir şey vardır."
GAZETECİLİK: 12 Eylül sonrasının önemli yayınlarından Arayış'ta, bir süre Milliyet'te aktif olarak gazetecilik yaptığını onunla birlikte çalışan diğer gazetecilerin anlatımından biliyoruz. Sonraki yıllarda çeviri ve yazılarıyla birçok dergiye katkı sunan Aruoba'yı, bizim meslektaş olarak görmemiz galiba çok da yadsınamaz.
HAİKU: Japon geleneksel şiiri olarak bilinen Haiku'nun yaratıcısı Başo'yu çevirdiği ve kendisi de bu tarzda şiirler yazdığı için, Oruç Aruoba Haiku'nun Türk edebiyatındaki temsilcisi olarak anılır. Fakat Aruoba aslında Türkçenin bu tarz şiirler yazmaya uygun bir dil olduğunu anlatır. Ona göre Orhan Veli de Haiku tarzında şiirler yazmıştır. Ki Behçet Necatigil ve Edip Cansever'in şiirlerinde de Haiku havası olduğunu söyler.
İSTANBUL: Uzun yıllar öğretim görevlisi olarak çalıştığı Hacettepe Üniversi'nden 1983 yılında, 12 Eylül kurumu olan YÖK'ü protesto ederek ayrıldıktan sonra Oruç Aruoba, Ankara'dan İstanbul'a taşınır. Artık yazar ve çevirmen olarak hayatına devam eder. Fakat yıllar sonra İstanbul'u da terk edip İzmir'e yerleşir vefat edene kadar orada yaşar.
KİTAPLARIM KENDİLERİNİ YAZDIRDILAR: Kendi sözleriyle yazı macerası: "Yazma konusunda (tarihleyebileceğim) ilk çabam orta ikinci yılıma gider. Sonradan, üniversiteye kadar, daha çok bir okur-edebiyat, özellikle de şiir okuru- oldum. Felsefeyle -hocam İoanna Kuçuradi ve Nietzsche aracılığıyla- tanıştıktan sonra yazdıklarım akademik nitelikte oldu. 1973'te başlayarak yazar olma yoluna -ürkek adımlarla-girmeye başladım. 1979 bir dönüm noktasıdır; 1981'de de becerebileceğimi düşünmeye başladım. 1983'de akademisyenliği terk ettim. 1986 da ikinci dönüm noktasıdır -sonra yazdım... Başlangıçta amacım hiçbir zaman (kitap) yazmak olmadı. Bir şeyleri anlamaya çalışmak; eğri okuduğunu gördüğüm bir şeylerin doğrusunu bulmaya çalışmak; bir şeyi tam olarak olarak dile getirmeye çalışmak-yazma çabam buna benzer şeyler oldu. Sonradan, yazdıklarım, kendileri bir bütün hâline geldiler ve bana bir (kitap) olduklarını bildirdiler-o zaman, 'kitaplaştırdım' ben de onları... Yani, ben kitap yazmadım: kitaplarım kendilerini yazdırdılar."
LAKAP: Yakın arkadaşı Cem Selcen'in yazısından öğrendiğimiz kadarıyla Feylesof Kazma olarak bir lakabı varmış. Selcen yazısında "Senin cumhurbaşkanlığında toplanan 'Kazmalar Meclisi' üyeleri, senin, bizimle yaşayacak özlemini 'şerefle' ömürlerinin sonuna kadar taşıyacaklar" yazarak arkadaşına veda ederken bir filozof olarak Oruç Aruoba'nın filozof mitini de yerdiği anlamamızı sağladı.
METİS: Yazarın kitaplarının büyük bir çoğunluğu Metis Yayınları'ndan çıkmıştı. Ve Oruç Aruoba bir Metis yazarı olarak hafızalara kazındı.
NIETZSCHE: Ünlü düşünürün metinlerini çevirdiği gibi onun felsefesini anlama ve anlatma konusunda ciddi uğraş veren bir felsefeciydi Oruç Aruoba. Onu aynı zamanda bir şair olarak gördüğünü 1978 yılında yazdığı bir makalede ayrıntılı bir şekilde anlatmıştı. O makalesi "Filozof, düşüncesiyle ulaştıklarını yaşantılarıyla da gerçekleştirebiliyorsa, şairdir" diye bitiriyordu. Oruç Aruoba tam da bu cümlesindeki gibi yaşadı. Belki de bunun için şair kimliği hep öne çıktı. Ama nihayetinte filozoftu. Vefatı sonrası "Türkiye'nin Nietzsche'si" olarak tanımlandı. Ama bu yakıştırmaya haklı olarak itiraz edenler oldu.
ON İKİ EYLÜL: 1980'deki askeri darbenin üniversitelerde ve düşün hayatımızda yaptığı tahribat üzerine çarpıcı bir tespiti vardır Oruç Aruoba'nın. Bu tespitini bir söyleşisinde şöyle anlatır: "Ben üniversitede hoca iken (12 Eylül öncesi) çok başka bir süreç vardı. Liseden yollarını bulmuş olarak geliyorlardı. Bulduklarını sanarak geliyorlardı. Tek yol devrim, tek yol İslam, tek yol bilmem ne, diye geliyorlardı. Bizim üniversitedeki işimiz de büyük çapta kafaları temizlemek oluyordu. Tek yol yoktur, diye uğraşıyorduk. 12 Eylül'den sonra bomboş kafalar geliyor. Bence Türk toplumu 12 Eylül'den şöyle bir sonuç çıkardı: Bunlar ne yaptılar? Düşündüler. Düşününce ne yaptılar? Bir ideolojiye sahip oldular. Bir ideolojiye sahip olunca ne yaptılar? Başka türlü düşünenleri öldürmeye başladılar. O zaman geriye dönelim. Düşünme. Düşünürsen ideolojin olur, ideolojin olursa öteki ideolojiden olanları öldürürsün. Bu da çıkar yol değil. Sonu yok. Vazgeç. Böylece düşünmekten vazgeçtik."
PİŞMANLIK: "Çok az şeye pişman olurum" diyen Oruç Aruoba'nın "En çok yandığım şeylerden biridir" dediği bir Aşık Veysel pişmanlığı vardır ki fazla bilinmez. Lise yıllarında İngilizce öğretmeninin isteği üzerine türküleri İngilizce'ye çeviren Aruoba, Aşık Veysel'in Sivaslıların düzenlediği bir sünnet düğününde verdiği konseri izlemeye gider. Pişmanlığı o konseri kaydetmemektir. "2 bin kişi, o kadar çocuk oturdular, hiç kıpırdamadan, sessizlik içinde, gözlerini kırpmadan dinlediler. Bir kere alkışlamadılar. Hani türkülerin sonunda alkışlanır ya. Hayır öylece kıpırdamadan dinlediler. İki yaşında çocuklar vardı, onlar dahil. 'Ne oluyor burada, Aşık Veysel ne yapıyor' diye kendi kendime sormuştum. Şimdi söyleyeceklerimi lisede düşünmüş olamazdım. Şu an söyleyebileceğim. Onlar yaşamın anlamını dinliyorlardı. Onun işi de oydu. Yaşamın anlamını anlatmak."
RILKE: Stefan Zweig, şair Rilke için "Zamanımızda katıksız şaire artık ender rastlanıyor, ama belki ondan daha az rastlanan bütün bir yaşamın salt şiirsel bir varoluşa dönüşmesidir. Böyle bir uyumun bir insanın kişiliğinde örnek bir biçimde gerçekleştiğini görebilme mutluluğuna erişene düşen, hem kendi kuşağına hem de belki bir sonraki kuşağa bu manevi mucizenin tanıklığını yapmaktır" der. Oruç Aruoba da işte bu manevi mucizenin tanıklığının verdiği güçle Rilke'yi Türkçeye çevirir.
SİNEMA: Pek bilinmez ya da az bilinir diyeyim çünkü ilgilileri bilir, Oruç Aruoba sinema üzerine kalem oynatmayı seven bir yazardı. 1987'de yazdığı "Niye gitsin ki felsefe sinemaya" başlıklı yazısı, kimi yönetmenlerin sinemanın olanaklarını kullanarak bu sanatın nasıl anlamını ve etkisini geliştirdiğini anlatan önemli bir metindir. Bu yazı 90'larda sinemamızı canlandıracak birçok yönetmenin de adeta başucu metinlerinden biri olmuştur. Aruoba'nın Türk sinemasına da böyle bir katkısı vardır.
TEPEBAŞI TÜYAP: Bu da kişisel bir anı... 1990'larda Tüyap Kitap Fuarı Tepebaşı'nda düzenlenirken iki arkadaş hayranı olduğumuz Oruç Aruoba'nın söyleşisine gitmiştik. Fakat utangaçlıktan soru soramamıştık. Ama söyleşi çıkışı Oruç Bey'i yakaladık çay içmeye davet ettik, vakti dardı "Ayaküstü muhabbet edelim" dedi. Şiir ve felsefe ilişkisine dair bir soru sormuştuk ve soru sorarken liseden beri sizi okuyoruz demiştik. "Hangi lise?" diye sorunca bir meslek lisesi olduğunu söylemiştik. Şaşırmıştı "Meslek liseli iki gencin beni okuyacağını tahmin etmezdim" dedi. Sonra da insanın ölümlü hayatını anlamlandırmak için sürekli didinip durduğunu anlattı. Mealen o günlerde bize şöyle tavsiyede bulundu: "Ne yaparsanız yapın, yaptığınız şeyin kimi nasıl etkileyeceğini bilemezsiniz. Bunun için ne yapacaksınız iyisini yapın."
UZAK: Kimi için Uzak, kimi için de ki işte, kimi içinse ile... Yazarın şiirleri, metinlerinin okur üzerinde ciddi etkisi vardı. Ama bu etki oldukça da kişiseldi. Belki daha popüler şairler gibi dizelerini insanlar birbirine okumaz, metinlerini tavsiye etmez ama bilirlerdi. Aruoba da son söyleşilerinden birinde "Okuyan aslında kendisinden okuyordur. Benim yazdığımı herkes yazabilir. Ama okuyan, kendi içindeki bir şeyi okuyordur" diyerek aslında biraz da okurla kurduğu ilişkinin farkında olduğunu anlatmıştı. Vefat ettiği haberi sonrası Aruoba'ya gösterilen ilgi ve onun arkasından yazılanlar aslında hiç de azımsanmayacak kadar insanı, şiir ve metinleriyle etkilediğini gösterdi.
WITTGENSTEIN: Ludwig Wittgenstein'ın Tractatus adıyla bilinen ve filozofun neredeyse kendisiyle özdeşleşen eseri, içinde, herkesin 'yeni' bir bilgi bulduğu, etkili bir çalışma olarak değerlendirilir. Kitap 60 sayfaya sığdırılmış kısa bir metin olsa da (ondalık sayı sistemiyle düzenlenmiştir) hacminden beklenmeyecek kadar kapsamlı sorunlarla uğraşır. Bunun için çevrilmesi zor metinlerden biri olarak tanımlanmıştır. Lakin Oruç Aruoba bu metni çevirir ve bu filozofu Türkiye'ye tanıtır. Yayımlandığı yıllarda pek ilgi görmediğini Aruoba'nın Fehmi Yaşar'ın Camdan Kalp filmi için yazdığı yazıdan biliyoruz. Bu filmde kitaba yapılan göndermelerden yola çıkan Aruoba Aydının kirpi olarak portresi adlı bir yazı yazar.
YAŞAMAK AMA NASIL? Düşün dünyamıza 'bir hoş sada bırakıp gidenlerden' biri oldu Oruç Aruoba. Ama kendi tanımlamasıyla 'kişi' olabilmiştir. Nedir kişi derseniz sözü Oruç Aruoba'ya bırakalım: "Kişi, varolma gücünü/ Ölü yüceliklerinden alır-/ Kişinin yaşam besini, ölüp gitmiş kişilerin/ Geride bıraktıklarıdır.../ Kişi de, işte, tam olarak, ölümden sonra/ Geride bırakabileceklerinin toplamıdır./ Kişi, ölümden sonra geri kalandır./ Kişi, ölümün yok edemediğidir./ Kişi, ölümden sonra da yaşayandır."
ZİLİF: Bir baba olarak, bir erkek olarak, gelecekte kızına okuması için yazdığı bir hesaplaşma 'mektubu' Zilif. Oruç Aruoba'nın en sevilen kitaplarından da biri... İşte o kitaptan kendi yaşantısını özetlediği dizeler: "Kendimden hiç nefret etmedim; ama bir türlü beğenemedim de kendimi. dünya ne ise oydu, ben de ne isem o oldum uyuşamadık. hepsi bu."
Not: Bu yazıyı hazırlarken www.evvel.org, www.kuzeyyildizi.com sitelerindeki içerikten ve Notos Öykü'de yayımlanan söyleşiden yararlanılmıştır.