Bayram Bilge Tokel ismi benim için her zaman bir ferahlığı çağrıştırıyor. Özellikle 1999- 2002 yılları arasında Kanal 7'de yaptığı Gönül Dağı programı ile hem Halk Müziğimiz için büyük bir imkân sundu hem de ülkemizde yeniden Neşet Ertaş'ın hatırlanmasına vesile oldu. Tokel, sadece bir saz sanatçısı değildir, aynı zamanda müzik ilmiyle hemhal olmuş bir akademisyendir de. Bugünlerde elimde tuttuğum Sarayın Sesi Halkın Nefesi (Kapı Yay. Aralık 2019) kitabında Osmanlı'da musiki hayatını derinlemesine inceliyor. Baştan söyleyeyim, hiç de adındaki çağrışımdan yola çıkarak kitabın akademik bir dille yazıldığı sanısına kapılmayın. Aksine, okuması keyifli bir kitap olmuş Sarayın Sesi, Halkın Nefesi.
Bizde müzik tartışmaları ne yazık ki uzun zaman ideolojik yönelimler üzerinden sürdürüldü. Eski müziğimizi anlamaktan ve dinlemekten uzak bir hayatın içinde kaldık. Öte yandan, geleneksel müziğimizi oluşturan formlar üzerinde çalışanlar derin bir yalnızlığın içinde yaşadılar. Çok sesli Batı müziğinin bir çağdaşlık çizgisi olduğunu ifade edenler de artık tarihe karıştı. Hatta karikatür tiplere dönüştüler. 28 Şubat'ı takip eden günlerde düzenlenen bir klasik müzik konserinde Süleyman Demirel'in çıkıp, "İşte çağdaş Türkiye" vurgusu yaptığı konuşması halen kulaklarımdadır. Müzikteki çok ses/tek ses tartışması tam bir "aşağılık kompleksi"nin ifadesidir aynı zamanda. Eh, zaten bu tartışma da komikleşti. İnsanlar dünyayı tanıdıkça, Hint müziğinden Afrika caz tınılarına, sufi müzisyenlerden, İrlanda Kelt müziklerine kadar başka bir yeryüzü atlasını keşfettiler. Bugün Viyana'daki bir salonda dedesi müezzin olan sufi cazcı Zafer Yusuf, Türk klarnet virtüözü Hüsnü Şenlendirici ve Norveçli caz gitaristi Eivind Aarset ile çalıyor. Tek ses/çok ses bir zenginliği çağrıştırıyor günümüzde böylece. Farklı milletlerden insan toplulukları, müziğin dünyadaki en ortak dil olmasındaki güzellikte bir araya geliyorlar artık.
Tokel, kitabında bize kendi müziğimizi tanıtıyor. Dediğim gibi akademik bir dile bulaşmadan ve tabiri caizse içeriden biri olarak yapıyor bunu. Başta söyleyeceğimi hemen burada söyleyeyim, Sarayın Sesi kesinlikle ezberleri bozan bir yapıt olmuş kanımca. Önce eski şiirimizle müziğimiz arasındaki kopmaz ilişkiyi anlatıyor Tokel. Ardından halk müziği ve yüksek zümre musikisi arasındaki farkları 15. yüzyıl sonrasındaki çeşitlilik açısından ele alıyor. Kitabın kendi adıma en çok faydalandığım bölümlerinden birisi de Osmanlığı Kimliği ve Osmanlı'da Türk Olmak bölümü oldu. Çünkü Tokel'in müzik üzerinden yaptığı okuma bir hayli bilgilendirici olmuş. Ardından çeşitli isimlere yöneliyor Tokel. Ziya Gökalp'ten Erol Güngör ve Nurettin Topçu'ya bir kültürel çizgi çekip, kültür-medeniyet tartışmalarını belirginleştiriyor. Okuyucunun zihninde kendi müziğimize dair bilgiler yavaş yavaş belirirken, aynı zamanda müzikle kültürel dünyamız arasındaki bağ da netleşmiş oluyor.
Kopuz ve Dede Korkut hikâyeleri arasındaki ilişki... Osmanlı'da merkez-çevre musikileri ve Azerbaycan... Mehter müziği... Halk müziğimizde makam ve nazariyata ilişkin sorunlar... Tanburi Cemil Bey, Dede Efendi, Itri... Ali Ufkî. Köyden şehre inen âşıklar... Onlarca bölüm. Onlarca isim. Musiki tarihimiz üzerine yazılmış okuduğum en güzel, en net, en bilgilendirici kitap oldu Sarayın Sesi Halkın Nefesi...
***
Bir göndermeler ordusu: KANTOLAR
Kantolar'ın (YKY 2020) çıktığını duyunca yıllar önce Efe Murad'la yaptığımız bir iki sohbeti hatırladım. Efe'nin hayallerinden biriydi Kantolar'ı bütünüyle Türkçeye tercüme etmek. Uzun zamandır görüşmediğimiz için kitabı çevirdiğini görünce merak ettim ve hemencecik gözden geçirdim Kantolar'ı. Kitaba geçeriz elbette ama önce Ezra Pound'la ilgili bir iki kelam etmek isterim... Pound, dünya şiirinde modernizmin en büyük temsilcilerinden birisidir. Hatta en büyüğü dersem abartmış olmam aslında. T. S. Eliot'un Çorak Ülke'sinin yayınlanmasından Ulysses'e kadar onun açtığı yolun etkisi büyüktür. Türkçede de iyi kötü tercümesi vardır Pound şiirinin. Ülkü Tamer'den İlhan Berk'e hem ilk dönem şiirleri hem de Kantolar seçkiler halinde yayınlandı daha önce. Okur bu çevirilerden Pound şiiri hakkında birtakım bilgiler edinebilir.
Gelelim Kantolar'a... Pound, hayatının İtalya bölümünde (ki hayatının büyük kısmını İtalya'da geçirmiştir) çeşitli siyasi tartışmaların gündeminde yer almıştır. Özellikle Devlet Radyosu'ndan Mussolini'yi desteklediği konuşmaları çok ses getirmiştir. Tıpkı Alman filozof Heidegger gibi sansasyonel ve tartışmalı bir kişiliktir. Yahudi karşıtlığı, tefecilik ve faize getirdiği yoğun eleştiriler, dünya tarihini farklı okuma teklifi, komünist partizanlar nazarındaki tutumu... Ama Pound'un bizim açımızdan esas konuşulması gereken yönü, Julius Evola'dan etkilenmesidir. Evola bir tradisyonalisttir. Nazi Almanya'sının "ari ırklara dönüş" fikrini desteklemesiyle ünlüdür. İşin ilginç yanı Evola aslında yabancısı olmadığımız bir isimden, Rene Guenon'dan etkilenmiştir. Müslüman olup olmadığına dair bir netlik yok. En kestirmeden ezoterik bir kişilik olduğunu söyleyebilirim Evola'nın. Pound üzerindeki etkisi de gariptir.
İşte Kantolar denen özel şiirler de Pound'un siyasi şahsiyetini ve fikirlerini mezcettiği enteresan şiirlerdir. Pound'un zihin dünyasındaki tartışmalar girer bu şiirlere. Epik bir metindir Kantolar. İmgeciliğin olanaklarını kullanır Pound. İmgelerde düşünceler ve duygular birbirine karışır artık. Resimler çizer Pound. Bu resimlerde dünya düşünce tarihini tek bir dil ve şiirde bir araya getirmek, birleştirmek ister. Kantolar'ın birinci şiirinde Odysseus gibi bir yolculuğa çıktığını anlarız Pound'un. Dante'nin İlahi Komedya'sındaki gibi bir cennet/cehennem tahayyülüdür ilk metinler:
"Ve sonra indik gemiye
Dev dalgalara çevirdik yönünü, tanrısal denize doğru ve
Direği diktik, yelkeni açtık o kara gemide,
Taşıdık içeriye koyunu, kuzuyu bir de ağlamaktan ağırlaşmış
Bedenlerimizi ve pupadan gelen rüzgârlar
Bizi ileriye doğru attı yelkenleri şişirerek
Yaman Kirke'nin işi bu, güzel belikli tanrıça."
Ama Kantolar'ın yazıldığı elli yılda Pound'un hayatında büyük değişimler olur. İkinci Dünya Savaşı patlar. Mussolini iktidarı son bulur. Pound partizanlar tarafından tutuklanır ve bir kafeste halkın önünde sergilenir. Delirir. Hakkında çeşitli davalar açılır, hüküm giyer. Amerika'da akıl hastanesine yatırılır. Hakkındaki "faşizm" suçlaması güçlenir. Bu parçalanmış hayat Kantolar'a da yansımıştır. O güçlü şiir darmadağınık bir zihni yansıtır. Giderek şiirler parça parça alevlere dönüşür. Okuması zor olan bu metnin çevrilmesi de zordur. Çünkü içinde birçok dilden ve kültürden aynen kopyalanmış alıntılar, Çince ideografiler, klasik metinlere ve mitolojiye göndermeler, tarihten küçük anlar ve resimler vardır. Bir göndermeler ordusudur Kantolar...