"Çocukluk ülkem" diyor Mario Levi Şişli için... Şehr-i İstanbul'un bu güzide semti, Levi'nin çocukluğunun geçtiği yer, dünya... İstanbul serisi Gördüklerimiz Göremediklerimiz'in Bir Cuma Rüzgarı Kadıköy'den sonra ikinci kitabı Bu Salı ve Her Salı'da Şişli'yi, Şişli'nin insanlarını, ruhunu anlatıyor.
Kitaptaki tabirle, "Kokuları, tatları ve artık kaybolmuş mekanlarıyla..." Yine her zamanki naif kalemiyle, görüneni de sezileni de...
Adları bazı şehirlerle özdeşleşen yazarlar vardır... Biliriz... Levi de İstanbul denince akla gelen kalemlerden... Onun İstanbul anlatımı sadece mekanlar ve tarihle sınırlı değil. Yine kendi tabiriyle o "duygu tarihi"nin peşinde daha çok.
Şehirleri şehir yapanın insan olduğunu, yaşantılar olduğunu çok iyi biliyor çünkü.
İnsandan şehre, insandan mekana doğru bir yolculuğa çıkartıyor okurunu her zaman... İncecik bir sezgiyle, yakıcı bir duyarlılıkla... İnsanı yerleştiriyor merkeze. Ya da mekanın insanda uyandırdığı çok katmanlı algıyı...
RADYOEVİ VE HILTON
Hani yazar, "Çocukluk ülkem" diyor ya, aslında okurken o ülkenin sadece semtlerle, evlerle, sokaklarla sınırlı olmadığını kendi ruhunda tartıyor insan, şaşmayan bir iç terazisiyle. O ülke, çocukluk aleminden bizde ne kaldıysa o... Bir masal, kendi iç masalımız... Bugün iyisiyle, kötüsüyle bizi biz yapan ülke orası. O ülkenin, ömür boyunca kurumayacak saf menbaından alıyoruz kişiliğimizin mayasını. O yüzden Levi de "Hiçbir ülke çocukluk ülkesi kadar derin değildir" diyor.
Peki, mekan ve insan arasında, ya da mekanla kendisi arasında nasıl bir ilişki kuruyor Levi anlatırken.
Kitaptan aktararak örneklendirelim burada: "Elmadağ'daki radyoevinden bahsetmeye kalksa, kimi nereye götürebiliriz?
Kayıt ve yayın stüdyolarının muhteşemliğini, nasıl tarih koktuğunu, mikrofonlarından çok kez seslendiğim için biliyorum. Oradan geçen, duygu tarihimizde derin izler bırakmış sesleri hatırlamak bile heyecan vericidir. Bazı binalara baktığımızda dile gelse de konuşsa, içindeki yankıları duysak demek gelir içimizden. Radyoevi tam da böyledir işte. Çocukluğumda televizyonu bilmemiş, ya da sadece bir çeşit efsane gibi duymuş kuşak, radyo deyince öyle yerlere gidebilir ki... Elmadağ'da bu kuşağın çocukları Divan Pub'ı, Cafe Boulevard'ı, Pizza Pino'yu da hatırlar elbet.
Şehirde 'Batı'yı yaşamak mümkün müdür?
Mümkündür belki. Ama o 'Batı' ne kadar doğru bir 'Batı'dır tartışılabilir şüphesiz. Mühim değildir... Gerçeğin yeterince fark edilememesi de değildir.
Kuşağın çocukları başka bir kaçışın içindedir çünkü... Hem yaşanan yeteri kadar heyecan uyandırıcıdır da... Aynı duygu Hilton Oteli'nin varlığı için de geçerlidir tabii. Ama orası semtin zenginlerinin ve onlara özenenlerin değildir midir daha çok? Oraya çocukluk ve ergenlik yıllarımda bu yüzden mi hep çekinerek girdim? Bu yüzden mi her an birilerinin beni oraya kabul etmeyeceği duygusuna kapıldım?" Tabii bir de hikayeler var. İnsan hikayeleri... Yazarın girişte yazdığı gibi belki gerçekler belki kurgu... Ne fark eder? Hepsi orada yaşamıştır... Yazar tanık olmuştur ne de olsa benzer hikayelere...
Belki bir hikayenin bir detayını başka bir karaktere eklemiştir, ödünç alarak. Semtin sokaklarında, belki bir pastanede tanık olmuştur bu hikayelere.
Belki bir kafede... Kısa bir otobüs yolculuğunda... Çocukluk ülkelerinden hayata atılan, nice hayal kırıklığıyla boğuşmuş, badireler atlatmış, görmüş geçirmiş kahramanlar... Yaşamış sonuna kadar yaşamış...
AH NERİMAN HANIM...
Neriman Hanım mesela... Yazarın tabiriyle pek çokları gibi "Bir zamanlar yaşamış bulunduklarını büyük bir zenginlik sayan"... Haklı olarak...
Şöyle diyor Neriman Hanım kitapta:
"Buralarda herkes başka bir şıktı çocuğum, çok başka... Pastaneler vardı, Şişli'deki Osman Pastanesi'ne peşmelba yemeye giderdik bazen, tadına doyum olmazdı. Büyük kitapçılar vardı, International Bookstore'dan aldığım Nous Deux bana mutlaka ayrılırdı. Bu mecmuayı bilir misin? Sinemalar ve tiyatrolar vardı. Sinemalar ve tiyatrolar... Operalar... Casta Diva'yı bilir misin peki? Bir yılbaşı gecesi Kervansaray'a gitmiştik. Oraya gelen revü İstanbul'a bir daha gelmedi.
Anlıyor musun? Bazı evlerden piyano sesleri gelirdi..."
GEÇMİŞE DÖNMEK MÜMKÜN MÜ?
Tam da burada yazar cevap veriyor:
"Bir rüya mıydı bu? Değildi. Bir kısmına ben de yetişmiştim. Bu sözlerin ve doğurdukları duygunun çok yıpratıldığını, tüketildiğini de biliyordum ama.
Faydasız, beylik, gereksiz, birçok insan için anlamsız ve değersiz olduğunu da biliyordum. Hissettiklerimi yine de onu kırmamaya çalışarak dile getirmiştim:
'Her yer değişiyor Neriman Hanım, her yer... İstanbul, bırakın sizinkini, benim çocukluğumdaki gibi bile değil. Paris de değil.'" Evet, her şey değişiyor, insan, mekan.
Ama çocukluk ülkesi en azından kendi ruh dünyamızda olduğu gibi kalıyor.
Oraya tekrar dönülebilir mi peki?
Bu meselenin cevabını da yine Levi'ye bırakalım: "Dönmek... O da ne yaman kelimedir ama... Ne kadar keder, ama aynı zamanda da yaşama sevinci yüklü... Bazen bize ne kadar da imkânsız görünen...
Ne kadar da aldatıcı... Aldatıcı evet, yanlış okumadınız.
Hatta yalan... Ben gitmelere, sahiden gitmelere inanmıyorum çünkü artık. Bu inancımı her yere taşımam için o kadar çok sebebim var ki artık. Dünyanın en uzak ve en ücra köşesine de gitseniz anadilinizden ve içinizde inşa ettiği duygudan hiçbir zaman gidemezsiniz mesela."