Türk edebiyatına yeniliklerle geldi 1950'ler... Yenilikler ve sahicilikle. Öyküde de, romanda da, şiirde de kime sorsanız o dönemin her bir ismi benzersizdi.
Hem insan ruhuna derinden baktılar, hem daha önce işlenmeyen pek çok temayı edebiyata sızdırdılar, hem de şiir geleneğini bambaşka boyutlara taşıdılar.
Sağlam temeller atıp, edebiyatımızda önemli kapılar açtılar.
1950'ler hem bir önceki kuşağın ustalarının eser vermeye devam ettiği hem yepyeni isimlerin ardı ardına parladığı yıllar olmuş.
Selim İleri'nin tabiriyle "her biri kendine mahsus" meselelerle giriş yapmışlar edebiyatımıza.
İstanbul'un kitap şenliği, TÜ- YAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nın bu seneki ana teması Türk Edebiyatında 1950'ler. Biz de bu vesileyle 1950'lerin romanını büyük romancımız Selim İleri'ye, öyküsünü öykü yazarı ve edebiyat eleştirmeni Necip Tosun'a, şirini ise Sabitfikir ve Lacivert dergilerinin genel yayın yönetmenliğini yapan, şair Mustafa Akar'a sorduk.
NECİP TOSUN (Yazar-Eleştirmen)
Öykücülükte varoluşçuluk damarı
1950'ler Türk öykücülüğünde özellikle varoluşçuluk akımının yazınsal örneklerinin sergilendiği yıllardır. Feyyaz Kayacan, Demir Özlü, Leyla Erbil, Erdal Öz, Ferit Edgü, Orhan Duru, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Bilge Karasu bu akım içinde yer alırlar. 1950 kuşağı öykücülerinin en belirgin özelliği, dili simgesel, imgesel, soyut bir kullanım alanına sokmalarıdır.
Onlar da ikinci yeniciler gibi kapalı, soyut, çağrışıma, metaforlara yaslanan bir dili tercih ettiler. Biçimsel tutum öncelikli seçimleri oldu. Varoluşçu öğelerin yanı sıra, gerçeküstü öğeleri de öykülerinde değerlendirdiler. Varoluşçuluğun "insanın, kendisinin yarattığı ve yeryüzünde başka hiçbir şeyin kendisine yol göstermediği evrendeki tek varlık olduğu" görüşü, öykülerinin çıkış noktası oldu. Bunalım, kaos, toplumsal başkaldırı ana izlek olarak öykülerinde yer aldı. Ham gerçeğin yerine düşü, sosyal meselelerin yerine bireysel özgürlükleri koydular. Düşü, gerçeği kavramada sanatsal bir yöntem olarak kullandılar.
Avangardist ve yenilikçi bir tutumu benimseyen 1950 kuşağı, Kafka, Camus yanında, Joyce, S. Beckett, Faulkner'dan da etkilendi. Mekân olarak köyü veya taşrayı değil, şehri seçip şehrin bunalan insanını anlattılar. Böylece 1950 kuşağı bu tavırlarıyla hem sosyal gerçekliğe hem de köy edebiyatına mesafeli durarak o güne kadarki edebiyat geleneğine de hepten başkaldırmış oluyordu. Kuşkusuz bu kuşağın niyeti Sait Faik'le başlayan "bireyin yüceltilmesi" tavrını, evrensel boyuta taşımak, dünya ölçeğinde bir edebiyat yapmaktı. Bu nedenle kimi yorumcular 1950 kuşağını, öykücülüğümüzdeki "ilk modernist çıkış" olarak nitelemişlerdir.
Varoluşçu yazarlar böylece hem kaba gerçekliğe hem de köy edebiyatına mesafeli dururken o güne kadar ki edebiyat geleneğine de hepten başkaldırırlar.
Bu yüzden ortaya koydukları açıkça yenilikçi bir edebiyattır. Ferit Edgü, bu dönemi şöyle açıklar: "1950'lerin biz genç yazarlarını, şairlerini birleştiren neydi?
Tek bir sözcükle: Başkaldırı. Politik, etik, estetik her alanda başkaldırı. Eskimiş dile, pörsümüş imgeye, her alanda, her tür tutuculuğa karşı başkaldırı." Ama yine de net bir çizgi içerisinde değildirler. Çünkü Marksçılığa, varoluşçuluğa, gerçeküstücülüğe toptan sahip çıkmışlardır. Sonuçta bu kuşak, yenilikçi edebiyatın ülkede temsilcisi, üreticisi olarak edebiyatımıza küçümsenemeyecek bir katkı yapmışlardır. Varoluşçuluğun gözden düşüşüyle birlikte ülkemizde de etkileri azalmış ancak tıpkı şiirdeki İkinci Yeniciler gibi 1950 kuşağı da 1990'larda yeniden keşfedilmiş, takipçileri onları yeniden gündeme getirmiştir. Sonuç olarak öykücülüğümüz biçimsel anlamda büyük sıçramayı 1950 kuşağıyla yapmıştır.
SELİM İLERİ (Yazar)
Romancıların kendilerine mahsus meseleleri olmuş
1950'lerin romanı bence Türk romanının en parlak dönemlerinden birisi. Şöyle özetleyebiliriz: Bizim yenilik edebiyatımızı hazırlayan Refik Halid, Peyami Safa, Yakup Kadri, Halide Edip, Abdülhak Şinasi Hisar gibi ustalar yazmaya, eser vermeye devam ediyorlar. Onların yanı sıra Sait Faik, Halikarnas Balıkçısı, Nahit Sırrı, Peride Celal gibi orta dönem yazarlarımızın da romanları karşımıza çıkıyor. Her yıl da aşağı yukarı eser vermiş bu yazarlar da. Bir de 50'lerde Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi çok yeni romancılar birdenbire çok büyük bir parlayışla çıkıyorlar. Onların yanları sıra Samim Kocagöz, Oktay Akbal, Yusuf Atılgan ve bilhassa Orhan Kemal... Bu adlara baksak bile müthiş bir tablo karşımıza çıkıyor.
Şu eserler mesela, 1950'ye baktığımızda Refik Halid'in Bu Bizim Hayatımız, en güzel romanlarından biridir. Sait Faik, bir roman sayılması gereken Havada Bulut'u yayımlamış.
Peyami Safa son büyük romanı Yalnızız'ı yazmış. 1952'de Attila İlhan karşımıza çıkıyor ilk romanı Sokaktaki Adam'la. Çok önemli bir yol başlangıcı. 1955'te Yaşar Kemal'in İnce Memet'i ve Kemal Tahir'in Esir Şehrin İnsanları romanları çıkıyor. Yakup Kadri son romanı Hep O Şarkı'yı yayımlıyor.
1959'da bugün de hâlâ herkesin okuduğu Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ı çıkmış. Bu açıdan baktığımız vakit 50'lerin çok parlak bir dönem olduğunu düşünüyorum.
Hikaye köyde de kentte de geçse insan ruhu ön plana çıkıyor. Özellikle İnce Memed'te karşımıza çıkıyor bu. Şunu söylemek mümkün: Geniş bir skala söz konusu.
Bakıyorsunuz hem insan ruhu meselesi üzerinde durulmuş köyde ve kentte ama Nahit Sırrı da Sultan Abdülhamit Düşerken'i yayımlamış. O da bir tarihi kronik sayılabilecek bir roman. Tarihi bir bakış açısı var.
Bir tek açıdan bakmamış Türk romancıları o yıllara herbirinin kendine mahsus bir meselesi olmuş. Roman dediğimiz sanatın çok geniş bir perspektife ihtiyaç duyduğunu düşünürsek, o perspektif karşımıza çıkıyor.
O dönemin her bir yazarı kendi dünyasını kurmuş şüphesiz. O tabii müthiş bir zenginlik getirmiş.
MUSTAFA AKAR (Sabitfikir ve Lacivert dergileri genel yayın yönetmeni)
İkinci Yeni etkisi hâlâ sürüyor
Türk şiiri için 1950'ler çok önemli bir yol ayrımıdır. Çünkü 1950'den sonra şiirimizde kendini hissettirmeye başlayan İkinci Yeni hareketi, şiirin artık başka türlü yazılamayacağını gösterdi. 50'li yılların hemen başında Garip şiirine ve toplumcu gerçekçilere bir tepki olarak başladığını söyleyebiliriz İkinci Yeni hareketinin. Dünya savaşlarından sonra yükselişe geçen sürrealizmin de etkisiyle benzer çizgide şiir yazan gençler gayriihtiyari bir biçimde bir araya geldiler.
1951 ila 1959 yılları arasında Ankara'da yayımlanan Pazar Postası gazetesinin edebiyat ekinde şiir yayımlamaya başlayan isimler Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, İlhan Berk ve Ülkü Tamer'dir. Şiirde hayal gücüne yani imgeleme ağırlık veren İkinci Yeni'nin o zamanki en büyük tartışması şiirde anlam üzerineydi. Şiirlerde bireyin yalnızlığı, çevreye karşı duyduğu yalnızlık genelde soyut temalar etrafında ele alındı.
Akımın en önemli üç temsilcisi Karakoç, Süreya ve Ayhan aynı zamanda Mülkiyeli olmakla da birbirlerine yakındılar.
50 kuşağının şiirdeki bu etkisinin hikâyeye de sıçradığını söyleyebiliriz. Bilge Karasu, Tomris Uyar, Leyla Erbil, Orhan Duru, Vüsat O. Bener gibi yazarlar da İkinci Yeni'nin soyut dünyasını öyküye taşıdılar.
Garip akımının ardından ve belki de Orhan Veli'nin erken ölümüyle de Melih Cevdet ve Oktay Rifat da İkinci Yeni'nin getirdiği imkânlarla şiir yazmaya devam ettiler. Şiirimizde 50 kuşağı olan İkinci Yeni sonraki kuşaktan Cahit Zarifoğlu ve İsmet Özel'i de etkiledi. Hatta Cahit Zarifoğlu İkinci Yeni'nin en değişmez temsilcisidir diyebiliriz. İkinci Yeni'nin önemi, şiirimizde halen etkisini sürdüren bir atmosfer yaratabilmesidir. Bu şiir yönelişinin en büyük temsilcisi Sezai Karakoç yazmaya ara verse de hayattadır.
Allah ona uzun ömürler versin.