Edgar Allan Poe'nun 1841 yılındaki klasiği olan Morgue Sokağı Cinayetlerine, Arthur Conan Doyle'nin Sherlock Holmes serisine, Wilkie Collins'in Beyazlı Kadın'ına baktığımız zaman bir federal olan John ile bir yazar olan Mark'ın bir araya gelmesine şaşmamalı. Feray Tarımtay'ın Türkçeye çevirisiyle Diyojen Yayınları'ndan çıkan Zihin Avcısı'nda, Douglas ve Olshaker ortaklığı okuyucuya mükemmel bir şekilde yansıyor. Kitap 20 yıl öncesine ait olmasına rağmen, çoğumuzun Zihin Avcısıy'la tanışması bir dizi sayesinde olmuştur diye düşünüyorum. En azından benim durumum bu. Birden fazla sezonuyla izleyiciyi ekrana bağımlı kılan televizyon dizilerini tercih etmediğimden hummalı bir 'tek kısım' arayışlarımdan birinde, bir arkadaş önerisiyle tanıştım Mindhunter'la (Zihin Avcısı). FBI ekseninde gerçek yaşam öyküsüne dayanmasıysa özellikle merak uyandırdı.
Jonathan Graff'ın hayat verdiği Holden Ford (John Douglas), kendisini terk eden karısıyla görüşebilmek için evinde rehine saklayan eli silahlı Miller'a yaklaşım metoduyla 'farklı bir kafa' olduğunun sinyalini veriyordu daha ilk sahnede. En nihayetinde Amerikan polisinin kurduğu psikolojik baskı, Miller'ın kendini öldürmesiyle son buluyor ve bir sonraki sahne, eve gelir gelmez süt içmeye koyulan Holden'ın bembeyaz gömleğine sıçrayan ufacık bir kanı dehşetle temizlemesiyle devam diyordu.
Bir FBI ajanı için yaşanan bu olayın basit olması gerektiğini düşünürken, hemen akabinde 'uygulamalı suçlu psikolojisi' üzerine eğitim veren bir federal olduğunu öğreniyoruz. Üstünün, "Burası kanun yürütmede mükemmeliyeti temsil eden bir yerdir. Biz orada rehine kaybetmedik ve başarıyı da bununla ölçeriz" demesinin onun zihninde hiçbir karşılık bulmuyor oluşu, suça ve suçluya daha farklı bir yaklaşım geliştirmek istemesinden kaynaklanıyordu çünkü böyle bir federalin sınıfta ders verdiği öğrencilere, "Sadece dinleyin, onlara (suçlulara) baskın gelmek yerine müşterek bir alan bulun. Biz onun korkmasını değil, sakin kalmasını istiyoruz" demesi de bir izleyici olarak bizi şaşırtmıyordu. Bizi şaşırtan bundan sonrası... FBI'da Davranış Bilimleri'nin kurulmasına öncülük eden bir diğer önemli karakterle tanışıyoruz: Suçluların tavırlarını ve suçluyu mevcut duruma iten geçmiş yaşam davranışlarını inceleyen ve bu alanda polislere eğitim veren Holt McClany'nin canlandırdığı Bill Tench (Robert K. Ressler). Yolları kesişen iki ajan için artık sıra Virgina Quantico'daki FBI Akademisi'nin Milli Eğitim Bölümü'ne bağlı Davranış Bilimi Birimi'nin, binanın görünür yerlerinden uzak bir bodrum katında kuruluşunun hikâyesini yazmak. "Katiller suçlu doğar" anlayışından uzak duran ve suçluların profillerini çıkarma yolunda kararlı ilerleyen bu ikilinin zekice ve art niyetsiz çekişmesinden aldığım ilk tat, Freud'un 'Haz İlkesi' üzerinde durmalarıydı ve artık ardı ardına gelişen olaylarla bizim 'zihin avcılığımız' başlamış oluyordu.
ÇETİN BİR SERÜVEN
Hayır, öyleymiş gibi gözükse de tabii ki diziyi tanıtmıyorum. Bu biraz da benim kitabı okurken, zihnimin bir yanının o enfes sahne, diyalog ve müziklerden kendimi soyutlayamayışından oldu belki de, ya da böyle bir kitabın varlığıyla daha önce tanışmış olmamamdan. Bu dizi Charlize Theron'un 2009 yılında yönetmen David Fincher'a verdiği bir kitapla başlamış olabilir. Peki nasıl ortaya çıktı bu kitap?
Zihin Avcısı: Seri Katillerin Cinayet Psikolojisi, Amerikalı yazar Mark Olshaker'in FBI ajanı John E. Douglas'la, suç ve araştırmacı psikoloji hakkında kitap yazarken sık sık yaptıkları işbirliğinden meydana geldi. Shakespeare'nin Hamlet'inden bir alıntıyla başlıyor: Tüm dünya birleşip örtmeye çalışsa da, gözden kaçmaz kötülükler, çıkar ortaya sonunda.
İlk basımının bundan 20 yıl kadar önce olduğu Zihin Avcısı şimdi, sadece içeriğine eklenen birkaç şeyle güncellenmiş halde karşımızda değil; çıkanlarıyla da karşımızda. Yukarıda bahsettiğim Davranış Birimi'nin öncüsü, John Douglas'ın ilk çalışma arkadaşı Robert Ressler artık hayatta değil mesela. Büronun cinsel suçlar uzmanı ve parlak zekâsı Roy Hazelwood, suikastçı kişiliğin anlaşılmasına büyük katkılar sağlayan gizli polis teşkilatı emektarı Ken Baker, ciddi bir panik atak krizinden sonra bir tarafına felç inen John Douglas'ın hastaneden çıkışını coşkuyla kutlayan ebeveynleri ve pek çok kişi daha... Tüm bu çetin serüvenden sonra farklılaşan bir şey daha var: Yeni nesil FBI profil uzmanları yetişti ve artık yerin 20 metre altındaki ofislerde gömülü değiller.
NE + NASIL = KİM?
Gelelim bu işin en başına... John E. Douglas'ın başarılı bir profil çıkarma uzmanı oluşu, "Deliller böyle efendim" yaklaşımındaki geleneksel FBI ajanlarının aksine, işinin en göz korkutucu yanının görüşleri alıp satmak oluşuydu; çünkü canavarca hislerle cinayet işleyenlerin davranış psikolojilerini anlamaya yönelik, onlarla röportajlar yapmak elbette ki kolay bir iş değildi. Daha 10 yaşındayken bir kediyi canlı canlı ateşe atan, 15 yaşında babaannesini tüfekle vurup üstüne bir de bıçaklamaya devam eden, kadınları öldürdükten sonra onlarla cinsel ilişkiye giren Edmund Kemper'in nasıl bir ruh dünyasına sahip olduğunu ölçmeye çalışmak çocuk oyuncağı olamazdı zaten sanırım. Hele ki "Davranış kişiliğin yansımasıdır. Gelecekteki şiddetin en iyi göstergesi, geçmiş şiddettir. Suçlu zihnini anlamak istiyorsan doğrudan kaynağa gitmeli ve sana söylediklerinin şifresini öğrenmelisin." diyen Douglas için.
İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ ŞEY SEVGİ!
John E. Douglas, çalışma arkadaşlarıyla beraber Charles Milles Manson'dan Jerry Brudos'a, Montie Rissell'den David Berkowitz'e kadar pek çok sosyopat katille yaptıkları görüşmelere yer verdiği Zihin Avcısı'nın bazı kısımlarında kendi çocukluk, gençlik ve aile hayatına da değiniyor. Kitapta, adının az kalsın annesinin kızlık soyadı olan Holmes olabileceğine, hayvanlara olan aşırı ilgisiyle veteriner olmayı düşünüşüne, okulda doğal bir yetenek olarak 'hikâye anlatma' gibi becerilerine ve hayatına dair pek çok şeye daha rastlıyoruz. Douglas kitabın sonunda, en başından beri karşı olduğu 'doğuştan suçlu' kavramına 25 yıllık gözlemleri sonucunda yine aynı taraftan bakıyor: Büyüme evresinde şiddetli bir olumsuz etki bırakan kişi, bunun yerine olumlu bir etki de bırakabilirdi. Yani asıl olarak inandığım şey şu, daha fazla para, daha fazla polis, ve daha fazla cezaevinin yanı sıra, en ihtiyaç duyduğumuz şey sevgi!